2009-11-26

İstanbul..


Günlerden perşembe ve Dubai'ye vardım. 6 gündür yerden yüksek yatakta yatmamıştım, aradaki saat farkını gakını gukunu saymıyorum, ikidir 'gece' olarak tanımladığım zaman dilimlerinde yatakta yatmamıştım. Tuhaf bir his. Uçak, sabah ezanıyla Dubai'ye indi, doğrudan otele transfer yaptilar. Duş almak ve temiz iç çamaşırı giymek (satıyorlar) güzel şey.


Kendime gelince kahvaltya aşağı indim. 2 saatlik Dubai şehir turu yapıyorlarmış. Az pazarlıkla cepteki küçük dolarlar ve bozuk eurolarla tura katıldım. Bozuk para yenleri kakalama çabalarım sonuçsuz kaldı. Üç Hintli, bir Bengladeşli, bir Kenyalı ve bir de ben arabaya bindik, Pakistanlı şoförümüzle yola çıktık. Tur derken de parasına göre tabi. Binaları gördük, fotoğraflarımızı çektik, arada Pakistanlı şoför bizi çekti. Bayram döneminde çalışıyor olmaktan kaynaklı bir burukluğu vardı, inceden hissettirdi bunu Hintlilerin "Etraf niye tenha, herkes nerede?" sorusunu cevaplarken.


Tur sayesinde, palmiye adasını, Burc el Arab otelini, palmiye adasının gudik monorail'ini ve klimalı otobüs duraklarını görme şansım da oldu. Soran olursa görmedim demicem. Burc el Arab'ın (TDK'ya göre Burj-al diil. Okunduğu gibi...) gördüğümüz fotoları pek bir rötüşluymuş. Otel kesinlikle öyle maavi bir bina değil. Aldanma olmasın.


Uçak boarding alanı, Japonya'dakinden daha heterojen, harala gürele. LV çanta yok gibi. Boarding anonsu yapıldı, sonrasındaki davranışlarımla tren istasyonunda ikili sıra yanaşık düzen yapan Japonya halkından daha kopamadığımı gösterdim. Boeing 777, büyük bir uçak. Boarding ve bagaj bekleme problemli, bu nedenle parti parti boarding var. "Now boarding families" diye bir tabela gösterip küçük çocuklu anneleri hedefleyen görevliler, parmağında alyansı olan bi sürü kişiyi çıkışa kümeleştirdiler. Demek ki kötü çeviri her yerde. Hemen ardından benim içinde bulunduğum partiyi anons ettiler. Küme daha da büyüdü. Sigortalarım attı, arapların bir kısmının da mesaj alabilmesi kaygısıyla İngilizce "Burada kuyruk yok mu" diye bağırdım. Bir süre sessizlik oldu, sonrasında ortamın kaotiklik katsayısı azaldı biraz. Bu kadar saatlik yorgunluğun da etkisi vardı belki de böyle yapmamda. İyi oldu, boşverin. Şımarık yolcularla uğraşıp kariyerlerini tehlikeye atmak istemeyen expat çalışanların yapması gerekeni birinin yapması gerekiyordu.


Akşam yemeğinde çin yemeği ya da kebap istiyor canım. Kokmamak için iki gündür baharatsız Japon yemeklerinden tüketiyorum, körili pirinç hariç yani. Oysa ne de güzel kokuyordu Osaka'da. Esenler'den bir istasyon sonraki alışveriş merkezine gitim yemek için. Koca alışveriş merkezinde Çin lokantası yokmuş. Neyse. Kayseri Mutfağı gördüm, yağlamamı istedim.


Otobüse binip Bursa aktarmalı Eskişehir'e varınca hedef noktaya gecikmeli de olsa varmış oldum. Bir dahaki gezmeye kadar yazacak çok birşey yok.

2009-11-25

Oops!


Sevgili okur,

Bu satırları Japon hava sahasının serhat boylarından yazıyorum. Blog yazma keyfine uçaktan Kansai bölgesini görünce vardım. Gelirken kullandığımız güney rotasındansa uçağımız kuzeyden gidecekmiş. Gelirken Hindistan ve Myanmar üzerinden gelmiştim. Şimdi Kuzey Çin ve Tibet üzerinden geliyor olacağım. Rüzgarsal nedenlerden dolayı birazcık daha az mesafe (8035 km dedi) ama 11 saat uçuş var.


Oturduğum yerin(40K) yan koltuğunda, ortadaki bayan başka bir yere geçti, dolayısıyla yanımdaki Japon amcayla daha fazla yerimiz var.


Gün kavramı falan karışık olduğundan ben tersten yazıyorum, aşağıdan yukarıya okuyunuz. § işareti, zamanda geri gittiğimizi gösteriyor.


§ Son Japonca anons da yapıldı. Artık kudasai yok minna-sama yok. Ama hala hostesler eğilip konuşuyor. (*) Dubai'ye kadar idare edebilirim bu durumda. Az önce hosteslerden biri adımı 'Mr. Yüksel' andı, eski otel voucher'ını teslim aldı. Böylelikle eski voucher'ın akıbeti konusunda bir konsensüse varılmış oldu. Tahminim bunun tek nedeni Japon kalite güvence sisteminin temel bug'ı... Muhatap olduğu müşterinin dilini ya da bildiği başka bir dili kullanma konusunda çok istekli ve becerikli değiller. Yeni voucher daha kapsamlı. Bedava vize var, bedava otel var. Bir duş alıp metroya binmeli gezmeli.


§ Emirates'i tekrar aradım, bileti eticket olarak aldım sonunda. Check-inimi online yaptım. Önümüzdeki ayın ekstresinde büyük bir Maxipuan kaynağı olarak göreceğim kendisini. Miktarı bende saklı olsun, hala anabilecek durumda diilim. En azından 450k yenle bir alakası yok. İstanbul-Bursa-Eskişehir otobüs biletim de var. Süper. Kalce çorbasını hazırlamaya Eskişehir'e yetişeceğim.




§ Bileti terminaldeki gişeden kaça alabileceğimi sordum, zira telefonla aradığım arkadaşın bana dediği gibi şehir merkezine gidip onlardan almam çok zor. Bir daha Osaka'ya gitmek istemiyorum, en azından şu seyahatimde. Gişeden 450k yen dediler, böyle bir bilet fiyatı mı var ya? Bir şekil e-bilet alıp alamaycağımı sormalıyım. Bu arada, farkettim ki bu adamlarla uğraşacağıma 50 metre ilerideki Korean Air gişesine gitseydim ilk söylenen fiyattan daha ucuza ve (İstanbul'a kaçırdığım uçaktan daha önce varacak şekilde?) daha hızlı gidebiliyormuşum. Neyse. Gidip bir traş oldum. Japon, havaalanı tuvaletinde herşeyi düşünmüş. Amerikan priz her musluk başında. Tuvalet kabininde üstüne çıkıp üst baş değiştirilen tabla ve çocuk oturtma koltuğu (kaçmasın bi yere diye) standart donanım. Süper.


§ Belli bir miktar saat geçtikten sonra sistem kendi kendini kapatmış, koltukta uyandığımda sanki hiç uyumamışım gibiydi, aradaki zaman kopuk. Olur ya hani, rüya bile görmez insan. Toparlandım, Emirates'i aradım, bana İstanbul'un söylediğinden çok daha fazla bir bilet farkı söylediler. Bilet sınıfı nedeniyle böyleymiş. Ya verilebilecek bir para ama tatsız.


§ Az önce fişlendim. İki hanım polis gelip pasaportumdan birşeyleri not aldılar. Onlara bayrama yetişmek istediğimden bahsettim, 'Hani sizin O-Bon gibi önemli birşey' dedim. Sanırsam 'Terminal' filmini canlı yaşayıp yaşamayacağımı öğrenmek istiyorlar, haklilar tabi. Anladılar az çok durumu. Uyuma düzenine geçiyorum. Tuvalette iç çamaşırı ve pantolon değiştirmeli. Diğerleri de temiz değil ama en azından terli değiller. HK seyahatinde verilen gece setini atmamanın faydası, fazladan çorabım oldu. Sakla samanı gelir zamanı.


§ Taksici amca beni bıraktı etti ama, uçağı kaçırmışım. Kyocera bıçağımı atmaya bile razıydım oysa ki. Beni n defa anons etmişler. Uçağın motor çalıştırmasına 15 dakika kala varınca almadılar haliyle. Zor konuşabiliyorum, nefes nefeseyim. Göğsümde iğne batması gibi bir ağrı var. Uçak kaçtı. Yerel havayolu ofisi gece 23:20'de tabi ki kapalı. Neyse ki sebil Internet var. Skype'dan İstanbul ofisini aradım. Dünyanın yuvarlak olması güzel şey. Bir miktar para ödemem gerektiğini söylediler, yarının uçağına yer ayırtım. Evet, artık içim daha rahat, ama o kadar da değil.


§ Osaka loop line'da yine kaybolmak üzereydim ki taksiye binmeye karar verdim. Taksici pek İngilizce bilmiyor, sayılar dahil. iPod'umu çıkarıp ekrana yaklaşık ne kadar tutacağını yazmasını istedim. 15k yen. Pek güzel. Pek seçeneğim yok. 7-Eleven aktarmalı havaalanına gidiyorum.


§ Shin-Osaka'ya bavul bırakmak ve içine de telefon ıvır kıvırını koymak iyi fikir değildi. Üç aktarma yapmam gerekiyor, kayboldum arada. Telefon bırakma noktası JR-Namba'dan yeraltı çarşısında koşmalı 6 dakika sürüyor, mağaza haritasında da 'Softbank' yazan birşey yok. Harita sadece kanji ve kana. Haritanın başında bir Japon görünce 'Sumimasen.. Sofutobank?'(**) diyerek yeri öğrendim. Neyse.. Kapanmış. Pembe telefonumun turşusunu kuracağım gibi görünüyor.


(*) Japon hostesi ya da garsonu, göz hizası müşterininkinin altına gelene kadar dizden kırıp eğilir ve Japon gramerinin farklı bir kısmını kullanarak siparişi alır. Çok batılı ya da salaş bir yer değilse işler böyle sanırım.


(**) Japon insanının ses tanımlama devresini çözemedim. 'gozaimasu' ve 'gozaimass' ile 'desu' ve 'dess' çiftleri Japon kulağı için aynı. Ama, diğer kelimeler için aralara bir yerlere sesli harflerin girmesi gerekiyor. Bunun yanında o ve ō farklı şeyler. Okuyabileceğiniz bir harita istemek için 'romanji map' yerine 'rōmanji mappu' demek daha faydalı. Nasıl perhiz nasıl lahana turşusudur bilmem ama telaffuz edemedikleri markalar kullanan bir üretim sektörü var. 'Pureisuteşon suri' ve 'Rōrando' hemen aklıma gelen örnekler. Bir kötü durum da sorularınıza cevabın aralara sesli harfli bir şekilde gelmesi. Anlaşılmayan birşey geliyor kısacası. HK insanından özür diliyorum şimdiden. Onlarınki anlaşılıyordu ya.

2009-11-24

Himeji ve Osaka



Gece banyo saati bekleyince (malum nedenle) geç yattım. Tek kat tateminin sertliği nedeniyle çok randımanlı uyuyamadım, yorgun kalktım. Daha sonrasında Emre, kendi evinde çift kat kullandığını söyledi:P Checkout sonrasında Shin-Osaka istasyonuna gidip bavulumu 400 yenlik dolaba koydum. Hafta içi olması nedeniyle bir sürü boş dolap var artık.


Shinkansen'le Himeji, kısa bir yolculuk demek. Trene binince 3-4 istasyonda varılıyor. Yolun baya bir kısmı tünel. Tünelin neden olduğu aerodinamik sıkıntıdan kaynaklanan ses haricinde çok konforlu bir yolculuk. Ben hala yorgunum. Koltuklar bizim trenlerdeki gibi, yayla hesabı ama uyumak için de kısa bir yol. Tren bomboş. Batılı iki turist dışında vagon boş.


Himeji istasyonundan kaleye bir turist caddesinden gidiliyor. Kale oldukça heybetli, güzel bir dış surun içinde. Vakit ve enerji sıkıntısı nedeniyle oraya kadar gittim ve içine girmedim. Evet. O kadar yokuşu göze alamayacak kadar yorgunum.


İstasyona dönüşte yürüyüş yolu üstündeki bir süpermarkete girdim. Süper. Balina eti konservesi var. Kanjisini de biliyordum, kontrol ettim, evet.. Budur. Ancak kredi kartsız süpermarket imiş, konserveye ve imalı sipariş tempura mix dışında birşey almadan çıktım.




Ekspres tren, Kobe'nin daha farklı bir yerinden, tünelsiz gidiyor. Deniz kıyısından Akashi Kaikyō köprüsü de görülebiliyor. Bizim köprülerden bariz iri ve uzun. Shin-Osaka'dan Namba'ya gidip bir High Street turu yaptım. Evet budur ya. Osaka'yı sevmiyom diyen halt etmiş. İngilizce katsayısı daha iyi. Gerçekten iyi mal var. Kendime MacOS, silikon uçlu pişirme çubuğu ve seramik bıçak aldım. Sonrasında da Shin-Osaka'ya döndüm, ama üç tren aktarmalı ve arada kaybolmalı biraz uzun sürdü bu iş. Geç kaldım.


2009-11-23

japonya: genel


Bu yazıyı farklı farklı zamanlarda yazdım. Şu cümleyi yazarken Japon yarışması izliyorum televizyonda. Mike Myers yok neyse ki :)

Japonya bir tren ülkesi. Bunun bir (tahminen tarihsel) nedeni, bazı yerlerde evlerin arasının ancak tek yön gidilebilecek genişlikte olması. Oradan buradan geçirmişler rayları. Shinkansen, ayrı bir hattan gidiyor, hattın gri betonlarına bir bakmak bile neden bu işin anormal pahalı olduğunu anlatıyor. Etrafı demir ağlarla örmeleri ve saatte 300 yapan yolcu trenleri kullanmalarının dışında başka yöntemler de kullanmışlar bunu sağlamak için. Otoyolda -ki kendileri Ankara-Eskişehir arası yolun daha süslüsü gibi- hız limiti çok yüksek değil, kaldı ki Kansai havaalanına giderken kıvrım kıvrım "otoyol"da (bakın tırnak içine aldım) taksici yüzün üzerine çıkmadı. Sokakta araba yok, park yasağı default var tahminim. Need For Speed'de ya da Wipeout'da gördüğünüz şeyler gerçek. Yol cayır cayır işaretli, kıvrım kıvrım, yüksek duvarlarla çevrili ve dar. Foto çekemedim ama böyle bir şey buldum, bütünü hayal etmeyi okura bırakıyorum.

Ev arazisinin içinde ya da asfalt açıklıkta yol çizgisiyle çizili ve numaralı park yerleri var. Takanohara'ya göre Kyoto bir Kei Car cenneti, ama Takanohara kasabasında da iri araba parmakla sayılacak gibi. Honda Jazz, ortalamadan az iri kalıyor. Emre, bedavaya ikinci el araba bulunabildiğini söyledi. Oturduğu yerin çevresinde aylık 70 dolar civarı olan park ücreti nedeniyle böyle birşeye girişmemiş. Büyük şehirlerde bu miktar çok yüksek. Taksicilerin bir kısmı şapkalı, kravatlı, kol düğmeli ve beyaz eldivenli, yolcuları beyaz dantelli koltuklara oturtuyor. Taksi yeterince yol giderseniz çok pahalı birşey olabiliyor. Taksimetre 500+ yenden açtıydı galiba. Paralı yoldan gidince yolcu yol parasını da ödüyor. Taksiler, HK'daki gibi eski kasa Toyota Crown genelde.

Japon bebeleri bariz uslu . Şu satırları yazarken trende bebe zırlaması duyduğum şu an daha bir farkettim bu durumu; zırlayan 'beyaz' hintli bir ablanın bebesi. Japon bebeleri bu zırlamanın üzerine 'birini mi kesiyorlar' diye ses yönüne baktılar. Ee, kontrol kontrol sonuç böyle birşey oluyor kısa vadede ama o uslu bebelerin bir kısmı orta vadede anime saçlı sailormoon kıyafetli tuhaf insanlara dönüşüyor.

Bebeler sessiz olsa da çığırtkanlık had safhada. Müşteri gelince neşeli bir tonda tek ağızdan bağıran esnaf, çizgi film sahnesi gibi ama gerçek. Otobüs, tren, bilet otomatı, termostatik batarya, musluk suyunu arıtma cihazı.. Herşey konuşuyor. Trende otomatik anons olsa da şoför araya girmeden edemiyor. Ambulans, sessiz Japon ülkesinden midir bilmiyorum, bizdekinden çok daha gürültülü bişey. O şiddetteki sirene ek olarak o da konuşuyor. Konuşan şeyler arasında en bir fantastik geleni ise, ıssız bir sokakta duyduğumuz ilahi tandanslı yaki imo anonsu idi. 'Sadece fotoğraf makinesiyle gitmişim tüh' dedirten birşey.

Braille alfabesi de Türkiye'ye göre daha fazla yerde görülebiliyor. Tabi, genelde sayısal şeyler ve basit harf öbekleri braille ile kodlanmış, ama bir kana alternatifi olabilir mi diye düşünmeden edemedim.

Tüm Japon markaları neyse ki (sony, honda, teac, toto, ntt, onkyo, technics hesabı) Clarendon fontla yazılı değil ama Türkiye'de belli yerlerde gördüğünüz markalar alakasız yerlerde karşınıza çıkabiliyor. Panasonic marka bisiklet, Toshiba marka asansör görülebiliyor. Bunun yanı sıra, yoldaki arabaların dağılımı -tabi ki- bizdekinden farklı. Sırasıyla Toyota, Nissan ve Daihatsu'nun buraya özel modelleri (kei olanlar mesela) yolda en çok görülenler. Honda pek yok etrafta. Lüks olanlar harici yabancı araba çok daha az, VW new beetle takıntı olmuş.

Telefon konusunda ne deniyordu.. Adamlar bizden ileride deniyordu. Biraz biraz doğrudur, 12 megapiksel kameralı telefonlar dükkanlarda. Ancak, telefon şekli bize uymaz. Dörtköşe prizma, ortadan açılan ve iri telefon kullanıyorlar. Renkte de problem görülebiliyor. Bana kiralık verdikleri telefon, şekilde görülen pembedendi.



Burberry ve özellikle Louis Vuitton, Japon Kızılayı'nın halka dağıttığı şeyler arasında, erkeklerde dahi var. Erkeklerin kadın çantası görünümlü şeyleri taşıdığını da gördüm. LV çantaların gerçek olma olasılıkları çok fazla diye düşünüyorum. Ülkemizin de çılgınlığı olan ugg botlar da var etrafta ama o kadar fazla değil, çünkü jp kadınının ilginç bir topuk takıntısı var. Alakalı alakasız yerlerde, parke taşlı turistik yerlerde o topuklarla yürümeye çalışıyorlar. Zor birşey. Topuksuz giyen kadınlar ya yabancı (gözlere bakıp aldanmayın) ya da kız torunlarının bile ilginizi çekemeyeceği kadar yaşlı. Bunun yanı sıra terlik de popüler bir ayak giyimi, şu gittiğim sonbahar mevsiminde. Terlik derken afilli Lafuma sandaletler gelmesin aklınıza, direk ucuz görünümlü şıpıdık terlikle gezen erkekler var. Küçük adımlarla yürümek, geleneksel ayak giyimlerinin (parmak arası takunya) teknik özellikleri kadar şehir kalabalığında hızlı ve kıvrak yürüyebilme avantajı nedeniyle bir gereklilik. Ben bile küçük adımlarla hızlı yürümeye başladım. Çarpık yürümek, sevimli olduğundan mı yapılıyor yoksa buradaki milletin kalıtsal bir ayak çarpıklığı mı var çözemedim. Terlik konusunda atlamamam gereken bir nokta da, oteldeki terliklerin simetrik olmasıydı, insan ayağı -bir tanesini düşünelim- simetrik birşey değil, ancak terlik simetrik, bu nedenle her daim ters giyilmiş hissi veriyor. Uçaktaki Japon amcada da aynı terlikten vardı, demek ki otele özgü birşey değil bu terlik modeli.

LV, münferit bir çılgınlık değil. Japon insanı çözemediğim bir şekilde frankofon. Bir sürü 'boulangerie' gördüm, pastane demedim bakın. Kyoto'da -çıkmasından iki gün sonra- beaujolais vardı seyyarda.




Kansai yöresinin gezdiğim yerleri arasında iç huzuru Myoshin-ji'de, dil huzurunu da havaalanında buldum diyebilirim. Buranın insanı herkesin sumimasen-konniçiva Japoncasından öteye geçtiğini, kana işini çözdüğünü, temel kanjilerle de arasının eh işte olduğunu varsayarak cayır cayır kendi dilinde konuşuyor. Sizden japonca tepki gelmese de böyle bu. High street mağazalarda dil sıkıntısı daha azdı ama sıfır değildi. Emirates call center da biraz dertliydi. Yazmalı ortamda ne kadar kötü oldukları konusunu araştırmayı okuyucuya bırakıyorum. Resimlerden birinde 'Drink' ve 'Tobacco' yazılarının konumunda, diğerinde ise 'tren peronda' demek için kullanılan 'The train is standing around a center location of the platform' cümlesini görebilirsiniz, alet 270 basıyor ama perona gelince bu yazıyor.

Japon bilimi, bize çok tanıtılmamış birkaç alanda çok ileri. Örneğin park etme bilimi, dar Japon park yeri ve garajlarında duvara dört parmak kala araba park edebilme sonucuna varmış. Arabalarda çizik ve vuruk az, ilginçtir. Bizim otopark değnekçileri bu diyara staja gönderilebilir. Diğer bir bilim dalı da pastacılık; hafif fransız ekolü gitseler de görünüş olarak güzel ve sadeler, terimsel olarak iki deniyor bu estetik duruma. Hamur kabartma teknolojisinde de bizim fırıncıları imrendirecek kadar ileriler. Kocaman hamurişleri tüy kadar hafifler. Sonuç: midede beklentinin karşılanmaması. Dubai'ye varınca çavdar ekmeği bakacam acilinden, özledim böyle ağır kepekli şeyler yiyebilmeyi. Lifsiz besleniyor bu Japon ulusu, markette de yok öyle yulaflı kepekli bisküvi. Neden komple kalınbağırsak kanserinden gitmediklerini anlayamıyorum.

Ülke güvenli. Sizi mal veya hizmet satarak soyabilirler; burası pahalı bir ülke, ama aksinin olabileceğini sanmıyorum.

Nara ve biraz daha Kyoto



Kahvaltı doyurucudan ziyadeydi. Bir tabak pirinç, miso çorbası, ispirto ocağında kombuyla beraber kaynayan tofu, turşu sebzeler, omlet ve dondurulmuş tofu vardı. Haşlama somonu da ilave etmeden geçemeyeceğim. Karşımdaki yardımsever Japon, sağolsun, neyin ne olduğunu ve pirinç kasesinin ne şekilde tutulacağını öğrendim.




Kahvaltıdan sonra, Mersinlerle beraber otele ilk gelişimizde içinden geçtiğimiz Myoshinji'yi biraz daha detaylı gezdim. Myoshin-ji, Myoshin-ji Zen okulunun çıktığı yermiş. Budist ya da Şinto Japon halkı için 2000 tapınma noktası içeren Kyoto'da 40 alt tapınağı olan bir yer Myoshin-ji, ben de yazılanların yalancısıyım. Bunların hepisine girilemiyor, baya bir kısmına girmel mümkün ama. Kötü haber, çok azında İngilizce açıklama var. UNESCO dünya mirası olan Kyoto'nun çoğu yeri için geçerli bu dediğim. Bir bahçe görüp köpüklü ve serte yakın diyebileceğim çayla beraber tatlı fasulye tartı ikramlı bahçe izleme odası 500 yene mal oluyor. Kulağa komik gelebilir ama verilen paraya değen bir aktivite. Türkiye'de Türkiye fiyatıyla olsaydı ve babama ısmarlasam ikinciye tutup annemi de götürürdü.


Ortam, gerçekten çok dingin. Dikey Çin resimleri hesabı ama başka bir düşünce sistemiyle birbirinin aynısı mantıkla yapılmış bahçeler gerçekten çok güzel. Ağaçların dallarının uzanacağı yerler düşünülmüş.. e rahiplerin işi ne, bir sürü eğri büğrü dal yapmışlar. 'Doğru olmayan odun bile bu kapıdan girmeye layık değildir' diyen Yunus Emre ile yaklaşık aynı şeye gelmiş olabilirler. Hatta şunu diyecem... şu beşyüz yenlik bahçeye biri gidip videoya çekse, arkasına da bir hoca'fendi vaazı atsa hit olur ilgili çevrede. Bir hadis-i şerifte "İlim Çin'de bile olsa gidin alın" denmiş, Japonya da kapsama alanına giriyordur herhal. To-ji ya da Kinkaku-ji gibi bir UNESCO Dünya Mirası değil, ama güzel bir yer.


Nara, Kyoto'ya göre daha ufak ama hiç de tenha olmayan bir şehir. İstasyonda yürüyüş haritası edinilebiliyor. Kendine güvenen için 12, güvenemeyenler için 7 kilometrelik rotalar mevcut. Bu miktarları okumadan istasyondan çıkarken biri yaklaşıp 'İngilizce tur yapıyorum, ilgilenir misiniz?' yaptı, 2000 yene tur yapıyormuş. 3-4 saat de sürer dedi. Cimrilik ettim kendimce, 'yorulursam daha kısa bitireceğim' dedim, kendi başıma güruhu takip ettim. Bir Kinkakkuji güruhu değil ama yine de yaya sollamanın çok zor olduğu bir parkur. Belli bir noktadan sonra neyse ki tenhalaşıyor, insanlar parka dağılıyor çünkü.




Parkın içinde, Todai-ji tapınağı var. Tam ne zaman kurulduğu konusunda bir bilgiye ulaşamadım ama parktaki tabelada 'yaklaşık 1200 yıl önce...' diye başlayan bir cümle var. Yaklaşık 1200 yıl önce yerleşilen, en büyük binası da 1700lerden kalma bir alan burası. Büyük bina yapılırken bir orman katliamı olmuş, çünkü Todai-ji (herhalde kiremitleri hariç) tamamen ahşap. Hatta, wiki diyor ki dünyanın en büyük ahşap binasıymış. İçinde biri büyük diğeri küçük iki buda heykeli var. Buda heykellerinin arkasındaki ahşap muhafız heykelleri bence daha ilginçti, belki de herhangi bir şekilde kadraja sığmayan büyük budaya kıl oldum ondandır. Kasuga'da sıradan Batılı ziyaretçi için (bendeniz) çok bi numara yoktu açıkçası, giriş için verdiğim 500 yen için pek bir üzüldüm. Yol boyu dizilmiş lamba yeri yazılı kağıtlarla örtülü taş fenerleri görmek bedava. Neyse, Nara'nın budist ekonomisine 16 liralık bir katkım oldu toplamda. Hatırlatmaya gerek yok, Todai-ji, giriş biletinin üstündeki yerden biraz farklı. Giriş biletinin üzerindeki resmi çekmek için kesin kapattırmışlardır tapınağı, yoksa öyle boş bir fotoğrafının çekilmesi kolay değil. Bir kalabalık akıyor sürekli. Kinkakuji'dekinden çok farklı değil, gördüğünüz fotoğrafı çekmek için benden önce gelen birilerinin fotoğraf işlerini bitirmesini beklemem gerekti.





Nara'da başıboş kedi köpek yok. Onların yerine geyik var. Geyik derken de kurbana sadece bir hisse olacak bir hayvanı düşünün. Bunlardan bir sürü var. Yabancılık çekmiyorlar, 150 yenlik geyik krakerleri diyetlerinin önemli bir kısmını oluşturuyor, çünkü parkın içindeki birçok ağacın gövdeleri geyik boyunda telle çevrilmiş, herhal kemirmesinler diye. Wiki diyor ki, geyikler Şinto dininde tanrıların habercileriymiş. O nedenle başlarına bir halel gelmiyor diye tahmin ediyorum.


Öğle ve akşam yemeği işi yine karıştı, yine yol boyu beslendim. Öğlen yemeği niyetine iki parça üçgen suşi aldım. Ambalajı, bizim üçgen peynir üreticilerinin gelmesi gereken ideal nokta. Tarif üzerine açılıp kemirilmesi mümkün, tarif dışında açılması halinde işlerin çok karışacağı duyumunu aldığım için dikkatle açtım ambalajları ve tükettim.. İç malzeme yönünden bizim poğaçaları hatırlatıyor; az yani.




Yaki-imo, turp renginde ama havuç şekil ve iriliğindeki bir sebzenin kumpir hesabı pişirilmiş hali, içinde birşey yok ama, tatlı. Ülkemizde pek bulunmayan bu sebzeye 'tatlı patates' dendiğini gördüm wiki'de. Akşam yemeğini de iki tabak suşi (somon yumurtalı ve denizkestaneli) ve miso çorbasıyla yaptım gibi.


Nara'dan döndükten sonra Gion bölgesini gezeyim dedim, bir yürüme rotası tanımlamışlar orası için. Memoirs of a Geisha'yı orada çekmemişler aman yanılma olmasın, orada geçiyor olsa da Gion'un bir sürü köprüsünün altından bir sürü su akmış. İtalyan restoranı, yeni nesil Japon restoranı, hostes bar vs bakıyosanız hepisi var. Geiko (i.e. Geyşa) görme olasılığı da gecenin bir yarısı sıfır idi, ben de yürüyerek uzaklaştım ... ta Kyoto istasyonuna kadar (mesafe uzun ya). Bunun bir nedeni, inme-binme sistemiyle barışık olmadığım Japon otobüsleriydi, biraz da etrafı göreyim istedim. Yolda süper bir maket dükkanı buldum, hobbytime tadında, ama çok basit iki şey soracaktım 'İngilizce var mı?' diince cevap olumsuz oldu. Daraldım çıktım.

Yağmurlu Kyoto


Bugün Emre'nin evinden çıktıktan sonra, Mersinlerle buluşmaya Kyoto istasyonuna gittim. Daha sonrasında beni evleri aktarmalı otelime götürdüler, otelden sonra bir ufak tur yapıp geldik. Evlerine gitmemizin nedeni, günlerden Pazar olması ve benim 'high season'da gelmem. Kyoto istasyonunda bir tek boş emanet dolabı bile yok. Japon turizmi, muson rejimi ve ağaçlardan etkileniyor. Ağaçlar çiçek açıyor, insanlar akın akın geliyor. Ağaçlar sararıyor, insanlar akın akın geliyor. Bahçe düzenlemesi konusunda da çok etkileyici şekilde iyiler. Neticede, doygun renkli bilgisayar arka fonu ya da HD televizyon demo görüntüsü çekmek için en güzel yer ve zamanlardan birisi Kyoto'da yaprak dökümü zamanı. Bu yazıdaki ağaç-göl resminde fotoşop yok.


Kinkaku-ji, oldukça popüler bir durak. O kadar popüler ki, bırakın insanı az huzur dolu fotoğraf çekmeyi, az ağaçlı çok binalı fotoğraf çekmenin mümkünatı yok, kadraja tapınağın sığdığı her yer kapılmış. Plajda boş şezlong bulamamanın verdiğine benzer bir his veriyor. Fotoğraf çekme duruşuna geçtiğiniz an birilerinin yolunu tıkıyorsunuz. Ryoan-ji aynı şekilde kalabalık, bir sürü insan gibi ben de 15 tane taşı (ki aynı anda hepsi görülüyor mu, hayır) yarı inşaat halindeki bir binadan görmeye 500 yen verdim. Pek dingin bir mekanı izlemeye çalışan insanlar keşmekeşi var. Etraftaki ağaçlar süper ama.


Öğlen yemeğini bir ramencide yedik. Emre uyarmıştı beni bu ramen konusunda. Yağlı olur demişti. Ben pek dinlemedim, oturduk. Ben ramenin sebzelerini bile yerken zorlandım. Çok içemedim zaten. Akşam yemeğinin yakiniku olmasıyla kesin telafi oldu. Ama ilginçtir, sabah kahvaltısı da yapmadığım bu günde acıkmadım ya ben.


Daha sonrasında Ginkaku-ji'ye (yazım hatası yok, başka bir yer bu) gidip sonrasında da kanalın yanından (filozofun yolu) şehir merkezine doğru gitmeyi hedefledik, ancak otelden sonra yağmur çiselemeye başlamıştı, çiseleme iyiyden iyiye yağmura da döndü. %20 yağmur olasılığı gerçek olmuştu. Yağmur çok seri değildi ama çok sürekliydi, ama buna rağmen akşam karanlığında Ginkakuji'ye vardığımızda şemsiyeli Japonlardan oluşan ve bir yerde U çeken uzun bir kuyruk gördük. Askerliği saymazsam en son ODTÜ'de caz tarihi kuyruğu görmüştüm böyle uzunundan.


Günün dersi: Yaprak izleme mevsimi ve Pazar günü, Kyoto'da keşmekeş demek. Ginkakuji'den dönerken şehir merkezine kadar bir otobüse binmemiz gerekiyordu, çok bir sprint atmadan yoldaki otobüsü sollayıp 100 metre kadar önüne geçmeyi başardık. Öyle kötüydü yani trafik. Trafik genelde hızlı işlemiyor, kasap ambulans itfaiye modeli de yok, canlı canlı gördüm. Evi yanan ben olsaydım, sirenleri bağırttıra bağırttıra elliyle giden itfaiye arabasındakileri döverdim.




Yakiniku, Türk damak tadına göre oldukça uygun bir yemek türü. Dananın muhtelif et bölümleri bıçak pastırması inceliğinde dilimlenip geliyor. Buna ek olarak daha kalın tavuk parçaları veya sakatat da istenebiliyor. Mantar-sebze falan da var. Sonra okonomiyaki ocağının ızgaralı olanı üstünde pişiriliyor.. Deniz tarağı yakinikusu ise fantazili; deniz tarağının içine eti ve o et parçası büyüklüğünde yağ konuyor, kendi haline bırakılıyor. Ara sıra gözetilmezse ızgara alev alıyor, aman dikkat. Kalınbağırsak yakiniku'sunu Tayvanlı masa arkadaşlarımız çiğ kalamar suşisi kıvamında pişirmeyi tercih ederken, biraz daha sabırla İzmir kokoreci (çiftlik demedim dikkat) kıvamında yumuşak bir et parçası elde edilebiliyor. Sonuç: muhteşem. Yaki varsa lezzet var.


Yakiniku öncesinde 100 yen shop turu yaptık. 100 yen shop, çakması 1 lira dükkanlarıyla alakasız biçimde kaliteli görünümlü ama çok tehlikeli bir yer. En uygun hediyelik alma yeri olabilir, ama suşi sarma aletinden bıçak bileme aletine bir sürü zelzevatı toplayıp 3500 yen döktüm 100 yencilere.


Yakiniku sonrasında bavulumu aldım, tek başıma -evet, o kadar Emre-Mersin elimden tuttu gezdirdi- otele döndüm (ki otelin binasının herhangi bir yerinde Latin harfleriyle tabela yok. Web'deki resim olmadan bulmak çok zor. Ara sokakta zaten.)

Saat 1 olmuş, uyanınca onu da bir anlatayım.

2009-11-22

Kyoto: Gün 1


Dün Emre'nin evinde güzel bir uyku çektim. Sonrasında evin yanındaki istasyondan Kyoto'ya doğru yola çıktım. Trenleri kullanmayı öğrenmek, bir miktar öğrenmeyi gerektiriyor, öğrendikten sonrası pek kolay. En düşük fiyattan bilet alınır, gidilen yerde 'Fare Adjustment' otomatına bilet atılır, makine fiyatı söyler. Bilet makinelerinden çok, fare adjustment makinalarından az sayıda var, o nedenle hızlı gidebilmek doğru fiyatı bilmeye dayalı. Bir miktar ihtisas gerekli kısacası. JR Pass varken niye bilet alıyoruz, çünkü tek demiryolu şirketi yok. Birden fazla şirket var, Emre'nin evi başka bir şirketin hattına daha yakın.

Japon milleti yardımseverliği çok karışık bir mevzu. Havaalanında pembe telefonu verirken her bir ayrıntısını tek tek anlatan hanım, yardımseverlikten değil kalite yönetiminden bunu yapıyordu tahminimce. Tabelalarda haritalarda Latin harfleri (Romanji) sık kullanmayan tren şirketi, zorunlu olmadığı birşeyi yapmamayı seçmiş. Kyoto Turist Bilgilendirme bürosunu istasyon binasının dokuzuncu katına koyan zihniyet çok yardımsever bir zihniyet değil. Ama, doğru yönde mi gidiyorum şüphesini yüzümden görüp tahminen 'Nereye gitmek istiyordun?' sorusunu sorup çocuklarını güderken arada bana da 'Doğru yöndesin' mesajını verecek vakti ayıran iki afacan çocuklu Japon anne yardımsever bir insandı kesinlikle.


Fushimi Inari, sayısız torii'nin içinden geçerek yürünen bir park, bir UNESCO Dünya Mirası alanı. Torii'lerde birşey yok, güzel (ve gerçekten çok güzel) olan içinden geçilen yerler, etraf.. Japon insanının çok iyi bildiği şeylerden birisi de bahçe düzenlemek. Bahçenin dinginliği dışında turizm tam gaz. Torii'siz versiyonunu yapsın sayın belediye başkanım, herşeye rağmen geberene kadar başkan kalması için oy veririm :P


Fushimi Inari'de tepeye çıktıktan sonra 'başka bir yol izleyerek' aşağı inmem, kaybolmamla sonuçlandı. Bir istasyon öteye çıktım bir şekil. Az ürkütücü, karanlık ve nemliydi, hatta yolda ara bir noktada bir yığın Şinto ibadet yeri (zargan'ın shrine için çevirisi) vardı. Tam yolu bilmiyorum ama güzel bir yürüyüş yolu olarak tavsiye ederim. Kyoto istasyonuna giden trene bindim, zira Kyoto haritalarım tam değildi. Turist bilgilendirme bürosu, istasyonun kenarındaki alışveriş merkezinin dokuzuncu katında öööle bir koridordan dolana dolana gidildikten sonra varılan bir büro. Haritalarımı aldım, yoluma devam ettim. Rivayete göre, tavında olursa süper davranıyormuş oradaki arkadaşlar.


Sonrasında gittiğim To-ji'de bir bit pazarı vardı. Bit pazarı desem de kullanılmış şey miktarı az, basit incik boncuk ve Çin malı vardı.




To-ji'ye giderken ilginç bir yapı vardı. Ankara'da Kocatepe'ye çıkarken böyle dörtlü bir üstgeçit var ya. Ben dahil birçok insanın 'Dünyanın neresinde böyle birşey var ya' dediği bir yapı. Dünyanın başka bir yerinde varmış, günahını almışız adamın.



Finali, Nara'da suşi barda yaptık. Format güzel, fiyatlar Türkiye'den ucuz. Hatta daha da ucuzu, kadehi 100 yene içtiğimiz Beaujolais Nouveau oldu. Kyoto istasyonunun önünde tezgah açıp satıyorlardı. Kasım ayının üçüncü perşembesi daha yeni olmuş, üstünden iki gün geçmiş. Aynı uçakla gelmiş olmamız bile olası. Suşi barın tuvaleti, gördüğüm en başarılı tuvalet cihazıydı. Isıtmalı koltuk, ayrıntılı kontrol paneli standart şeyler. Tuvaletten kalkınca yeterli suyu otomatik akıtmak ve tuhaf bir vakum yapmak ise bu cihazın farklı yönüydü. Öyle işte.

2009-11-20

Seyahat ve Ōsaka


Arkadan esen rüzgarın sayesinde 1100 km/saat yer hızıyla Osaka'ya vardım, ama bu hız bile Dubai-Osaka arasındaki 8000+ km'lik mesafeyi çok kısaltmıyor. Uçakta yanıma takma altın rengi simli cadı tırnaklı bi kızcağız ve kahvaltıda şarap içtiği gözümden kaçmayan annesi oturdu. Uçağın %99.9'u gibi onlar da Japondu. Japonun, Japon olmayanla pek işi olmuyor galiba. Bu durum kendisini bir sıkıntı olarak gümrükte belli etti, uğraşacak çok yabancı bulamayınca gümrüktekiler beni ayakkabı tabanlarına kadar (ayakkabıyı çıkartıp, tabanlığın altında uyuşturucu ya da sansürsüz porno içeren usb bellek bulma ümidiyle) aradılar.

Herhangi bir ülkeye ilk gidiş demek oranın kullanıcı arayüzleriyle arıza yaşamak demek. Bir saat içinde bu arızalardan iki tane yaşadım hemencecik. Bir gidişe bir JR pass veriyolarmış, o nedenle 5 günlük pass alamadım, otomattan bilet almaya çalışırken yanlışlıkla return ticket aldım. Bavul emanet dolabına 100 yen kaptırdım (çünkü atacak başka para yoktu, iade yeri de yoktu) İngilizce menülü bu otomatik sistemlerle anlaşamamam sanırım kültür farklılığından. Japon toplumu pek homojen bir toplum (i.e. mozayik değil, mermer). Çok başarılı elektromekanik şeyler yapmışlar, ama Batılı (ben) sezgisine hitap etmiyor, kendi homojen toplumlarında problem çıkarmıyor sanırsam.

Osaka insanının genci ilginç. Çizgi filmlerdeki görünümlerin aynıları var. Başka bişey demiyorum.

Resim: Emre beni bir ramenciye götürdü. Dükkan süper, koro halinde bağırmalı haberleşme var. Tezgahın arkası ıslak zemin, rameni süzecekleri zaman yere süzüyorlar :P Tahminim elemanlar takunyalı.

2009-11-19

Japonya: Preliminary work

Bu seyahate çıkışımın temel nedeni, promosyon aptalığı. Evet, öyle. Anjin San, Toranaga, Kill Bill, Samuray'ın İntikamı, Origamici Teyze ve Monocle(*) katkıda bulundu belki de. Belki de 'Erkut ve Aykut neler gördü, bir de ben göreyim' dedim. Belki de 'Oğuz gelmiyor ama ben gidiyorum' yaptım. 100 euro indirimli bileti bulunca atladım aldım bileti. Başka bir yere bilet alınabilir miydi, evet. Bi daha HK görülebilirdi, benzer bir fiyata Seul'e gidilebilirdi. Başka sefere artık.


Bu seyahat için HK'a gitmemde harcadığıma oranla çok daha fazla ön çalışma enerjisi harcadım. Bunun iki nedeni var. Birincisi Japon web sitelerinin çok kötü tasarımlı olması ve web'den birşeylerin halledilemiyor olması. İki gecelik tapınak külliyesi konaklaması ayarlayana kadar bi sürü İngilizcesi kıt adama 'moşi moşi' yaptım sabahın köründe. Diğer iki gece için Emre -sağolsun- himayesine aldı beni. İkinci neden ise seçenek çokluğuydu. Örneğin, 450 lira daha verip Japan Railpass alıp Tokyo görme olasılığı da vardı, ama o kadar geniş olamayacağım. Yani, Japonya gezim aslında bir Kansai gezisi.


Sıkı bir seyahat planı çıkardım. Uyabilecek miyim bilmiyorum. Neyse, bakacağız. Dönüşte yine 8 saat Dubai var, ama bu sefer Emirates vize promosyonu yapmadı. 185 AED verirsin girersin dedi. Düşüneceğim. Dönüşte 11 saat uçtuktan sonra daralırsam vize alırım.


Giderken kardeşim hastaydı hafiften, umarım iyileşir kısa zamanda. Gözüm arkada kaldı.


Gideceğim yerde saat 01:30 olmuş. 18 saat sonra oradayım.


(*) Monocle yazarları, bir şekil Japonya takıntılılar. JR Railpass cimriliği yaptığım için pek methettikleri Fukuoka'yı göremeyeceğim, Kayseri'ye denk geldiği söylenen Osaka'ya gidiyorum. Göreceğiz bakalım.