2012-05-01

izmir'in çevresini bir dolandık geldik

Aynen öyle oldu. 1700 km yol yaptık geldik kısa zaman içerisinde.

Gezi: Afrodisias, yolu değiştirmek için harcanan her damla benzine, arabayı kullanırken akan her damla tere değen bir yer. Bilmeyenler için özet geçeyim; Afrodisias otuz bin kişilik(*) stadyumu, agorası, tapınağı olan bir şehir imiş bir zamanlar. Tek negatif yönü, yakındaki kasabanın (Geyre) otopark modeli. Müzenin dibinde otopark var, ancak tuhaf bir organizasyon yapılmış. Geyre'nin Afrodisias'ı paraya çevirme modelinin daha farklı olmasını dilerdim.
Afrodisias'ın müzesini ilk gezişimden bu yana genişletmişler, Sebasteion'daki heykelleri uzun bir salona almışlar. Bu çok güzel bir çalışma olmuş, ancak ilk gezimden hatırladığım birkaç güzel heykeli müzede göremedim.
Birinci gün Afrodisyas gördükten sonra ikinci gün Efes'i görmek, Tuborg sonrası glikoz şuruplu Efes ile aynı tadı verdi bize. Hristiyan için alternatif umre mekanı olması haricinde çok bir artısı yok; tiyatrosu agorası hamamı tapınağı daha güzel bir sürü antik kentimiz var. Efes'i bir sürü (cemaatçi olduğunu tahmin ettiğim) Koreli ve bir miktar Avrupalı ile gezdik.
(*) Karşılaştırma için söylüyorum, Süper Ligin seçkin takımlarından Eskişehirspor, onüçbinlik bir statta maçlarını oynuyor.





Yemek: Giderken Dinar'da durup İş Bankası'na yakın, hasbel kader bulduğumuz bir yerde yedik öğle yemeğimizi. Sadece sıcak çorbaya razıydık ama çöp şiş ve salatamızı da yedik, cacığımızı da içtik İmren Lokantası'nda. Hafta sonu ve saat onikiden önce durduğumuz için sulu yemek yoktu ama neyse, çok uygun bir fiyata lezzetli ve doyurucu bir yemek yedik. Dönüşte Afyon'daki Varan'da yediğimiz orta halli yemeğe, Urla'daki salatalı-mezeli-biralı-helvalı barbun yemeğimiz ile karşılaştırılabilir bir para verdik. Urla'nın marinasında yediğimiz bu yemek sayesinde mürekkepbalığının (supya) nasıl pişirilip servis edildiğini öğrendim. Kara listeye aldığımız bir diğer yer de, alışverişi bitirdikten sonra "kredi kartı yok" cümlesini müteakip ütülenmiş koyun kellesi gülümsemesini gördüğümüz Afrodisias'daki müzenin kafesi oldu. Ha, unutmadan.. Boyozumuzu da yedik geldik.

Alışveriş: Karacasu'da belediyenin satış yerinden "bardak"ımızı ve güvecimizi, Afrodisyas müzesinden aldığımız buzdolabı mıknatısından daha ucuza aldık, Dünya ilginç bir yer. Neyse, musluk suyunu doldurdum bekletiyorum bardağımı, yarın kullanıma açacağım. Bu arada, Urla'nın pazarı dikkate değerdi; cibezimizi enginarımızı aldık getirdik, çileğimizi orada tükettik. Urla-İskele arası enginar bahçeleri var, şu mevsimde oralardan demet demet alma imkanı var sanırım.

Trafik: İş amaçlı yapılmış Anadolu Otoyolu'ndan farklı olarak, İzmir çevresindeki otoyollar tatil amaçlı yapılmış. Bunu hem ağır vasıta trafiğine hem de kullanım stiline bakarak söylüyorum. Dikkat dağıtacak büyüklükte çöp parçaları atmak, trafik akışında sıkıntı yokken sağdan geçerek sollamak veya herhangi bir görünür neden olmadan durmak, İzmir çevresi otoyollarının normal kullanım modeli içerisinde. Selçuk ve İzmir'in içinde yaşadığımız iki ayrı olay, kırmızı ışığa pek riayet edilmediğini, yeşilde geçmeye çalışana -bu biz oluyoruz-  "artistik yapılabildiğini" gösterdi. Diğer bir olasılık da sinyalizasyon problemi. Bilemeyiz. Kısacası, özel aracınızla gidecekseniz dikkatli olun. Ankara-İzmir arası yaşamadığım problemi yaşadım ben İzmir çevresinde.


alaş kımız çiftliği

İzmir'den dönerken yolumuzu biraz uzatarak Alaş Kımız Çiftliği'ne gittik. Bulması pek zor olmadı ama yine de uyarayım, telefonun haritası çalışmayabilir, gözünüzü dört açın. Yer şurası. Çok fazla birşey yazamacağım, çünkü vaktimiz az idi, gördüğümüzü yazıp görmediğimizi görmeyi okuyucuya egzersiz olarak bırakıyorum.

Kımız almak mümkün. Kımız, üretim veriminin az olması nedeniyle benzeri olarak gördüğünüz (ayran-kefir) içeceklerden biraz daha pahalı, ülkemizde tadımlık olması nedeniyle şişeler çok büyük değil. Rusya'da neredeyse litrelik şişede oluyor ama içeceğin gazlı doğası nedeniyle uçağa almıyorlar, oradan gelemiyor. Türki dünyanın çeşitli yemeklerini de kımızın yanında yemek mümkün. Hafta içi menünün biraz daha kısıtlı olduğunu söylediler, hafta sonları daha çok çeşitleri varmış. Biz şu görülen mantıdan yedik, doymadık bir daha istedik. İçi ince kıyılmış etli (kıyma değil), buharda pişirilmiş. Yediğimiz yemeğe uygun bir hesap ödedik. Ama mutfak binasının önündeki "yemeklerimiz koyun, inek ve tavuk etiyle yapılmaktadır" yazısını biraz tebessüm biraz da buruklukla karşıladım kendi adıma. At eti yemek-yedirmek ayıp değil, x eti var deyip y eti satmak ayıp. Bu arada, at eti-pastırması satıyor olsalar alacaktım.

Ata binme ve dağ turu atma imkanı da varmış, unutmadan. İzmirliler için güzel bir haftasonu aktivitesi.
Bir de unutmadan ekleyeyim; şöyle bir wikipedia yazısı, çiftliğin sahiplerinin geçmişi hakkında sizi aydınlatabilir.