2009-05-24

misafir umduğunu değil bulduğunu yer


Gitmeden önce yaptığım ikinci hata (ilki Rusça idi) yemek konusunda beklentiye girmekti. "Memlekete gidiyoz süper çibörek vardır, kalakay vardır" diye bir cümleyi kurmayın, düşünmeyin bile.

Özeti geçiyorum. Çibörek var. Etini sorpasını beğenmeyebilirsiniz.

Herşeyden önce hizmet sektörü -istisnaları saymazsak- pek bir kötü. Yüzü değil de g.tü dönükken menüyü bırakan, siparişi eksik ya da fazla alan, siparişi masanın ortasına bırakıp kaçan garson gördüm. Sipariş, öngördüğünüzden daha geç alınıp daha geç getirilebiliyor. Garson, büyük olasılıkla Gorbaçov'un Komünist Parti Genel Sekreteri olduğu günlerde bebek bezi giyiyordu ama yine de kapitalist ekonomi konusunda eğitilmesi gerekiyor.

80 ila 150 yıl önce(*) bağlantıyı kopardığınız, son altmışbeş yılının ellisinden fazlasını Asya'nın alakasız yerlerinde geçirip dönmüş bir toplumun yemeklerinin sizinle aynı olmasını beklememeli.



Lagman (zh: 拉麵), Özbekistan'dan öğrenilmiş bir noodle çorbası. Havuçlu ve patatesli, kuşbaşı etli. Akmescit'de dışarıda nizami bir şekilde yapılmışını bulması zor, ama herhangi bir yemek yenen yerde var bir şekil. Lagman varsa Özbek pilavı da var. Havuçlu, baharatlı, tane tane pirinçli (çünkü dehşet yağlı) ve kuşbaşı etli. "Mantı" dediğinizde Kayseri mantısı gelmiyor tabi ki :) Orta Asya mantısı ebadında, katlaması daha düzensiz (ve tabi içi çok yağlı) bir mantı bekleyin. Bildiğimiz büyüklükte birşey için "tataraş" istemek gerekiyor, ancak sulu tataraş yiyebildim. Türkiye'den farklı olarak duru bir çorba şeklinde geliyor. Duru çorba şeklinde gelmesi bizim Türkiye'ye gitmemizden ya da oradakilerin sürgüne gitmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bilemeyiz.



Akmescit'in güneyi, ormanlık bölge dışında Manisa-İzmir bölgesiyle karşılaştırılabilir şekilde bağlık. İçip tattığımız -ve bu satırları yazarken de içtiğim kadarıyla- çok lezzetli şarap ve brandy üreten bağlara sahip. Teorik kurmadım bu cümleyi, tekrarlıyorum. Çok güzel tatlı kırmızı şarap var; Türkiye'de neden tatlı kırmızı yapmıyorlar çözemiyorum zaten.
Wikitravel'da "Kırım'da sarma var" şeklinde bir cümle var. Şarap yapan asmaların da bir sürü yaprağı var evet. Teorik olarak çok güzel sarma da olabilir. Fekat gerçek şu ki, lokanta sarması kart üzüm yaprağına ve üstü mayonezli gelebiliyor. Hawaiian dürüm (ananaslı döner) görmüş biri olarak bunu korkunç bulmuyorum. Wikitravel'daki cümleyi de dünya görmemiş bir Anglosakson yazmıştır. olur böyle şeyler. Hizmet sektörü bilinci gelişince eldeki imkanları daha randımanlı kullanabilirler.

Bunun dışında, umduğum dışında neler buldum sıralayayım:
  • Bira ve votka çok ucuz. 1.5 litre Nemiroff votka 6 TL gibi bir fiyata satılıyor. Süt daha pahalı olabilir. Nüfusun öğleden önce ortalıkta olmayan, saat 16 gibi çıkan kesimi bu imkanı değerlendiriyor. Gençlik sürekli içiyor, saat 16'dan sonra elinde içki şişesi olmayan genç yok. Ne gördüysem söylüyorum, abartı yok, Evliya Çelebi işi sallamıyorum. Bu durum sokak demografisini de değiştiriyor. Öğleden önce sokakta daha çok Tatar var, içen tayfa ayılamadığı için olabilir.
  • Markette (Сильпо) mükellef bir balık reyonu var, on çeşit balık vardı herhal. Ufak bir ayrıntı, balıkların hepsi füme. Kardeşim hamsiden denedi (..ki Trabzon hamsisi Azak'da doğar) ve başarılı buldu. Hemen ilmihalimizi açıyoruz bakıyoruz, sudan ölü çıkmadıysa balık sakıncalı bir ürün değilmiş. Yemeye uygun et ürünü bulması zor bir ülkede nimet bunlar.
  • "Çay" istediğinizde gelen çay, yarı mayalanmış bir yeşil çay. Bir Tatar lokantasında/cafesinde "bir çay" istediğinizde önünüze bir demlik dolusu çay, kişi adedi kadar çay tasıyla (kupa demedim) ve konya şekerinin küçüğü ebadında şekerlerle geliyor. Siyah çay istiyorsanız özellikle belirtmeniz gerekiyor. Porselen demlikte yeşil çay lezzetli ve çok ucuz birşey.
  • Kvas, lezzetli ve besleyici bir içecek. Açıkta satılan kvas, iki grivnaya alınabiliyor. (20 kuruş) Türkiye'de o fiyata su içilemiyor. Musluktan akan suyu içmemek gerekiyor btw, şişeli su sıhhi ama bizim standartlarımıza göre lezzetsiz. Susadıysanız kvas iyidir.


Kısacası... Çok beklentiye girmeyin. Umduğunuzu değil bulduğunuzu yiyin. Oradakinin mi Türkiye'dekinin mi daha iyi Tatar yemeği yaptığı konusunda tartışmaya girmeyin. Anın tadını çıkarın. Turistik ağırlama konusunda Tatar servis kalitesi katsayısı daha iyiydi (ikisini de denedik), umarız daha da iyi olur gelecekte.

Kimlik


Kırım, yüzölçüm ve nüfus olarak orantısız bir şekilde Ukrayna'daki Lenin anıtlarının üçte birini barındırıyor. Rus ve Ukrayn nüfusun dünya görüşünde bunun önemli bir payı var; kendilerini (Sovyet) Rusya'ya daha bir ait hissediyorlar.

Gittiğimiz şehirlerde, 2. Dünya savaşı anısına da anıtlar vardı. "Rus" anıtların dibinde yapma çiçeklerden kontrast yapan renklerde çelenkler var.

Yol tabelalarında kuzey istikameti belirten tabelalarda Kiev yazarken birkaç diğer krokide kuzeye giden yol istikametinde Moskova yazıyor. Kırım Özerk Cumhuriyeti bayrağı ile Rusya bayrağının renklerinin aynı olması bir tesadüf değil.

Kısacası, Rus ya da Ukrayn ve "turuncu" insan sayısı az. 

Tatar nüfus, hala anavatanlarında bir azınlık, ama durumları günden güne iyileşiyor. 1990'ların başında ortalık yerde konuşulmazken şimdi Kırımtatarca radyo ve televizyon var. Üç vakte Latin alfabesine geçiş de tamamlanacak. Kasabaların dışında boz renkli briketten, yaklaşık 4x4 metre büyüklüğünde -evet daha büyük değiller- sıvasız kulübelerden mahalleler hala var, (sanırsam) az da olsa bu kulübelerde hala yaşayanlar da var; göçüp gelen insanların ne şartlara geldiği az çok anlaşılabiliyor. Türkiye'de öyle gecekondu yok, bizim gecekondular bile daha büyük ve yapılılar. 
Sosyalist sistemin tek faydası, sanat konusunda eğitimli çok kişi çıkarmış olması. Sadece Eskişehir'de Kırım'dakinden fazla Tatar vardır herhal, ama topluluk önünde çalabilen iki kişi çıkar ya da çıkmaz. Gördüğüm bildiğim kadarıyla radyoya televizyona çıkacak kıratta bir düzineden fazla böyle ses sanatçısı var, çalgı takımlarını falan saymıyorum. Bunların 5-6 tanesi Türkiye'de de beğenilecek kişiler; Dilaver Osmanov Polatlı'da bir buçuk Serdar Ortaç gücünde olabilir. Türkiye'deki çingene olmayan toplum için çalgı çengi kaka meslek, ama sürgüne, yasağa, kültür emperyalizmine rağmen kültürü korumak için gerekliler.

17-23 Mayıs, Kırım

 18 Mayıs 2009, Sürgün'ün 65. yıldönümüydü. Bu vesileyle Kırım'a giden arkadaşlarım, bana ve kardeşime gitmek isteyip istemediğimizi sordu, biz de biraz turist biraz Tatar yanımızla evet dedik. Akmescit (Simferopol), Eski Kırım (Staryi Krım), Sudak ve Kefe (Feodosiya)'yi görme fırsatımız oldu. 
Anma mitingi ve kongreyi yazma işini, olan bitenleri daha iyi anlayanlara bırakıp bir turist olarak neler gördüğümü özetleyeceğim.

Gitmeden önce, bir büyük hata yaptım, dersime çok çalışmadım. Hong Kong'a gitmeden önce hazırladığım Kantonca kartının aynısını Rusça hazırlamam gerekiyormuş, ama yapmadım. Kırım, İngilizce'nin havaalanında bile çalışmadığı bir yer. Kırımtatarca şansınız biraz daha fazla, doğru kişileri denerseniz; bu kişileri bulduktan sonra (doğru kelimelerle) Türkiye Türkçesi de çalışabiliyor. Dil probleminden dolayı, biraz da etkinlik nedeniyle gezme işi randımansız oldu.

2009-05-04

dubayy


Evet böyle yazıyor, harfleri okursanız.(دبيّ) Söylerken de -bizim dediğimiz gibi- Duba-i demiyorlar. İstanbul'dan, Dubai'den, Bangkok'dan ve Hong Kong'dan kalkışlardaki Dayyaran-al İmarat (طائرة الامارات) güvenlik filmlerinden ezberledim artık.


Dubai, geceleyin iz iz ışıklı yollar, yolların çevresinde ayakları parlak kare kare entegrelerden bir anakart gibi. Deniz suyunu arıtıp bahçe sulamalarının maliyetine empati kuramayan ama açık bırakılan lambaya demediğini bırakmayan halkım için uçaktan üstünde tek tük araç görünen uzun yolların ışıl ışıl olduğunu söyleyeyim.


Uzun ışıklı yollar dışında yürüyerek Dubai bir ütopya. Nereden biliyorum, denedim de ondan. Otobüsten inip Dubai Mall'a (ki kendisi upuzun Burj Dubai inşaatının yanındaki kocaman ötesi bir mall) yürüyerek gitme denemem oldu. Dubai Creek'e kadar yürüdüm, birşeyler görme ümidiyle, ancak pek karşılayamadım beklentilerimi. Eski şehir baya bir içerideymiş, oraya kadar yürümek için baya bir engeli aşmak gerekiyor. Öncelikle dev yollar var. Dubai'de tek şerit yol az. Bu yollar az yerde yayaya geçit veriyor. Yolların kenarındaki yerler, yayayı farklı yerlerden yürümeye mecbur edebiliyor. Yol nereden geçerse artık. Çok yerde petunyalar var, hoş kokulu, kuma dikilmiş. Çim ile bu petunyalar süslenmiş, büyük olasılıkla normal toprağa ekilip halı yapılmış çim bunlar. Çevrede bakım yapan işçiler dışında, şu iş gününde kaldırımdan yürüyen 1-2 kişi görebildim sadece. Akıllı işi değilmiş. İrem de arayınca taksiye binmek şart oldu. Taksiler, otobüs durağı dışında asla durmuyor. Otobüs durağı da çok bulunur birşey değil.


Kendi arabasıyla Abu Dabi'den gelen İrem'in anlattığına ve benim yaya olarak gördüklerime göre Dubai'de araba kullanmak da çok basit değil. Yol hızlı akıyor, herhangi bir an şerit değiştirmek için çok geç olabiliyor. Korna sesi bol bol duyuluyor.


"Ya okur, Dubayy'da üç dürlü insan vardır" diyeyim ilmihal dilinde. Birincisi, üstün ırk Emirlik kökenli olanlar. Genelde beyaz giyimli. Gümrükte ya da anormal durumlar dışında muhatap olmazsınız. İkinci tür turistlerdir, bunlar geçer gider. Üçüncüsü ise dışarıdan gelip burada çalışan insanlardır ki bunlar çeşit çeşittir. Geneli müslüman dünyadandır. Geldikleri yere, yeteneklerine ve çaresizlik katsayılarına bağlı olarak parya da olurlar, orta halli özel sektör çalışanı da. Bu arada, ticaret sektöründe de mal sahibi Emirati olsa da satıcı dışarıdan gelme adam olabiliyor.


-edit-

Dubai Mall büyük bir yer. Küçük parmakları su toplamış ayaklarıma daha bir büyük geldi. Herşey lüks değil, Dockers mağazası da var mesela. Kuyumcular çarşısında ufak bir kaybolma krizi yaşadık. Mall'dan havaalanına Pakistanlı şoförü olan Lexus bir taksiyle gittim. Her cümleye "this holy..." diye başlayanından. Yol uzun olduğu için bu şekilde çok cümle kurabildi, istatistiksel veri oluşturabilecek kadar çok.

-edit-


Bir kriz olarak uzdolabı magneti




Hong Kong'da güzel magnet bulmak için zorlanmıştım, zira adamların bir şekil benimsedikleri, dünyaya beğendirdikleri bir "şey"leri yok Causeway Bay-Admiralty muhitlerinin görüntüsü dışında. Ama neyse oldu, bulundu. Mong Kok ebadına yakın olan Dubai Duty Free'sinde bir yerde buzdolabı magneti var. Orada da yalandan birşeyler var, efemine deve figürleri falan, başka birşey diyemedim. E, düşününce doğal bunlar. Yok adamların bi numarası. Dışarıdan birilerini tutup izole binalar yaptırmışlar. Yan yana koyunca hakkat korkunç duruyor o binalar. Balık istifi Hong Kong'un bir uyumu vardı ya. Neyse almıyorum buzdolabı magneti. Buzdolabı magneti konusunda Dubai benim için artık bitmiştir. Bir daha da aramam.

İşin bizim toplum için zor olan kısmı, aramızda burayı bir örnek bir model sanan zavallıların bulunması. Gitsinler yerleşsinler Dubai'ye. Bizden uzak olsunlar.

Yandaki resim: Dubai Terminal 3 Duty free'si. Norman Foster tasarımı Terminal 3, bu eksende 1 km kadar uzanıyor. Diğer terminallerle beraber 2-2.5 km kadar sürüyor. Bina büyük, büyük olduğunu su toplamış ayaklarım çok iyi hissetti. Hong Kong'un havaalanı da oldukça iri, ancak insana zulmetmiyor.

2009-05-03

Hong Kong sineması

Hong Kong sineması var yaşıtlarımız ve bizden az yaşlı olanlarda çok yer etmiş, ama Hong Kong'da avenue of stars -ki o da çok çakma- dışında bir şey yok görünürde. Hani Golden Harvest dükkanı kapatmış, sinemacılığa girmiş tamam, ama günde üç seans Bruce Lee-Jackie Chan oynatsa tav olacak çok çıkar. O bildiğimiz (karatelisinden) Hong Kong sinemasından pek bir eser yok, her ne kadar yerli (Kantonca) yapımlar sinemalarda oynasa da. Evet, Hong Kong o filmlerden gördüğümüz üzere belalı bir yer olmaktan uzak, ama geri kalan sinema sanatını etkilemiş bir janr. Cüneyt Arkın'ın ninjalı filmi varsa bunu Burus abiye borçluyuz. Avenue of stars'da sadece iki dükkanda var Bruce Lee. Başka bir yercikte yok. Oralarda da iki poster üç anahtarlık.. .o kadar. Jackie Chan'ın hali ise daha içler acısı. 


Edit: Müze gezisinden, etrafta dolaşmaktan edindiğim izlenim der ki, büyük olasılıkla Çin Halk Cumhuriyeti, koloni döneminde oluşmuş kültürü bir kenara koyup, Hong Kong halkını anakara Çin kültürü kazanına karıştırıp eritmek istiyor. Bilemeyiz tabi. Uzak Doğu uzmanı biri çıksa da anlatsa.

Çin tıbbı

İlaçlar ve Reklamları

Hong kong'da da off-the-shelf ilaç sistemi var. Bakkallar ilaç satabiliyor. Parasetamol, strepsils, kafurulu yağlı ilaçlar gani. Hatta, metroda zayıflama ilacı reklamı bile vardı, baya kimyasal formüllü falan. Marka adları problemli olabilir ama. Ben-Gay türü bir kremin üstünde "Golden Pain" diye bir marka vardı. Türkiye'de olsa hayatta satmaz.




Alternatif ilaçlar

Hong Kong'da tıp doktoru ve hastane tabelasından fazla kurutulmuş hede satan aktar tabelası vardı. Hede derken herşey giriyor, özellikle erkek cinsel organını çağrıştıran şeylelr bol miktarda satılıyor. Bu dükkanlardaki bazı şeyler biraz kötü kokuyor. Kırlangıç yuvası, kurutulmuş balık ve diğer deniz mahsulleri, sürüngenler bol bol var. Bu dükkanlar turistik amaçlı mı tam çözemedim, ama bana hitap etmedikleri pek belliydi. Hatta bir tanesinde fotoğraf çekerken eleman eliyle nazikçe çektirip gitmemi de işaret etti.

3 Mayıs: Hong Kong'da bol bol yürüyüş

Gece uyumakta biraz zorlandım. Jet lag kendini ufaktan belli ediyor. Arada amcam aradı, birşeyler mırıldanıp telefonu yüzüne kapattım sanırım. Sabah saat 6 gibi uyandım. Otelli kahvaltılı aldıysam kahvaltısını kullanırım dedim, gittim yedim, ama çok randımanlı olmadı. Avrupai kahvaltı demek kahvaltıda bol bol domuz demek, Hong Kong'da.



Victoria Peak ve Hong Kong yolları

Sabahtan -yine şanslıydım- hava bozmamıştı. Admiralty istasyonunda inip Victoria Peak'li yürüyüş yoluna başladım. Haritadan bakınca çok küçük bir alanda yürünüyor, Hong Kong, hem gerçek hem de mecazi anlamda bir orman. Metro istasyonları binalarla entegre, öyle ki bizde ya da başka yerlerde açıklık alanda ayrıca bina/kulübe olarak görünen istasyon girişleri burada yok. Bina düşünün, bi tarafta dükkan var, diğer taraf iki basamak eşikten sonra metro girişi. Hızlı yürüyünce kaçabiliyor. Metro girişinden girdiniz, çıkışından çıktınız diyelim, bir blok ötedeki yan caddeye geçmek kolay olmayabiliyor. Yol boyu ve yol aralarında parmaklıklar var, çok yerde geri dönüp başka bir nokta aramak gerekiyor. Yol diye gördüğünüz yerlerin bazıları "Private Road", gelme geçme bir arkadaşa bakıp çıkma yok. Neyse, Admiralty'den parka ulaşmak için metro çıkışının olduğu binanın içine girip köprüden karşı binaya geçmek, karşı binanın içindeki yürüyen merdivenden iki kat çıkıp soldaki kapıdan dışarı çıkmak gerekiyor. Yaa... Mekan dağlık olduğu için kot farkı da bol bol var, adamlar bunu n katlı binaları balık istifi dizip örtmüşler.




Parkın içinden geçince Victoria Peak'e giden tramvaya ulaşılıyor. Park derken... İklim müsait olunca evde salon bitkisi yapıp el bebek gül bebek bakılan türlerin bazıları burada kendinden bitiyor. Parkta çok çeşit bitki var, meraklısı ağaçların boynundaki ya da otların yanındaki Latince ve İngilizce adları olan plakalardan ihtiyacını giderebiliyor. Bir de büyük kuş kafesi (Cage diil, Aviary) var ama kapalıydı, bakamadım.




Peak tram ile 45 derece rampalı bir yolculuk yapıp -hemen hemen- en tepedeki ...mall'a... ulaşabiliyorsunuz. Dik kadraja sığmayan binalar birden tamamen görünür oluyor. Ama Tsim Sha Tsui'den gece görünüşleri daha bir güzel. Teknosa vitrini gibi oluyorlar, hepsinin üstünde bir elektronik markası.


Çarşı pazar

Otelden çıkmadan önce bir de hızlıdan Mong Kok(旺角) dolaşayım dedim. Günün pazar ve saatin erken olmasından mütevellit, çok açık dükkan yoktu. Yerel halka da hitap eden yerler açıktı, oralardan gezme şansım oldu biraz biraz. Domuz satan yerler -kokusuna alışkın olmadığımdan olabilir- kötü kokuyor. Kurutulmuş balık kadar değil, neyse ki. Pişmiş et satılıyor. Ne eti olduğunu tam çıkaramadım, dışı hafif yanık, içi de başka bir nedenle kahverengiydi. Ördek ve tavuk, -karışmasın diye olabilir- kafasıyla gagasıyla, bir sosa batırılmış ve dışı hafif susamlı satılıyor. Tropik meyve çeşit çeşit. Üç dört çeşit muz gördüm, papaya falan da var ama gerisini bilemeyiz. Nasıl yenir bilemediğimden almadım.


Mong Kok gezisini akşam tamamladım. Mong Kok ve Türkiye'deki karşılığı pazar ortamı için konuşayım, Hong Kong'da giyim TR fiyatından az pahalı. Ama alınır mı derseniz hayır. Hello Kitty ve arkadaşlarına özel bir ilginiz varsa bilemicem. Kirainet'in "otaku" olarak adlandırdığı tarzda, Mong Kok malı. Bir miktar yürüdükten sonra tezgahlar tekrar etmeye başlıyor, aynı malı benzer konfigürasyonda tekrar tekrar görülüyor.

Mong Kok'dan yürüyerek 15 dakika mesafede harbi Cartier-Gucci mağazaları var. Ama arada Dockers falan yok. Hong Kong'da görünen insanlar -başka bi yere gidip almıyorsa- ya Hello Kitty kılıklı birşey ya da bizim normalde giymediğimiz pahalı markalardan giyiyor. Bunların çakma olma olasılığı çok fazla ya da Louis Vuitton Hong Kong Kızılayı'na hayrat yapmış.




Öğlen yemeğini Wan Chai (灣仔) tarafında esnaf lokantası görünümlü bir yerde yedim. Hani Eskişehir'deki Bolkepçe ya da Birlik lokantası formatında, girişte sıcak yemekler var. Arkadan soğuklar geliyor. Geçen seferden akıllanıp sadece karides noodle çorbası istedim. Sonrasında da sagolu (böyle nişastalı birşey..) ve mangolu puding. Geçen sefer biraz hızlı davrandım ya da servis kötüydü herhal, garson ara ara gelip plastik sürahiden çayı da tazeledi bir güzel.


-edit-
Wan Chai'de biraz gezip bilgisayar malzemesi satan labirentimsi iş hanında bir tur attım. Prosumer ev kullanıcısının ihtiyaç duyabileceği herşey orada vardı.

Wan Chai'den Causeway Bay istasyonuna kadar yürüdükten sonra Sheung Wan(上環)'a gidip oradaki yürüyüş turu etabına başladım. Günlerden pazar olması nedeniyle dükkanların çoğu kapalıydı, ama fikir verecek kadar çok dükkan görme imkanım oldu. Bol bol kurutulmuş deniz ürünü, biraz sürüngen ve iki dükkanda da kırlangıç yuvası vardı. Çin antikası bayınca acıktığıma karar verdim, Sheung Wan istasyonunun çıkışındaki Vietnam lokantasına gidesim geldi. E, görmediğim kuş bir leylek kalmıştı ya. 



Vietnam lokantası benim için duble fiyasko oldu. Öncelikle tabelanın altındaki yere girdim. Mekan biraz cafeye benziyordu, menüye bakınca pek orijinal birşey göremedim. Sadece girip yemiş olmak için küçük bir tabak kızarmış tofu istedim. Çıkışta, yanda bir kapı daha olduğunu ve yukarı çıkıldığını gördüm. Evet, Çin yemeği gibi olmayan bir menü vardı ama biraz şık, -belki de- yemekleri uyarlama bir yerdi.  Neyse.. Sonrasında tedbiren ilaç almaya gerek yoktu ama 24 saat yol gidip Quick China'ya varmış gibi hissettim kendimi. En azından tek kullanımlık kağıt zarftaki bambu çubuklardan vermiyorlar... di mi Polyanna.

Yemekten sonra, Mong Kok turunu tamamladım, yeşim satan dükkanların -kapalı hallerini- görüp bavulumu aldım, havaalanına gittim.
-edit-

2 Mayıs: Biraz Hong Kong, biraz Makao



Bugün otel değiştirip Makao'ya gitmeyi hedefliyorum. Otel değiştirme çok randımanlı bir fikir değildi, sineğin yağını çıkarma amaçlı yaptım böyle birşey, ama iyi olmadı. Neyse, bi dahaki seyahatlerimde yapmam böyle bir hareket.


Süper düşeş bir durum oldu, kaç gündür kapalı görünen -ve yol boyu bulutlu- gökyüzü açtı. Bugün bir bulut bile yok. Makao ve Victoria Peak için güzel bir gün.


-edit-

Sabahtan Hong Kong sanat müzesini ve yanda görülen "Avenue of Stars"ı gezdim. Hong Kong sanat müzesi, genel Çin (Halk Cumhuriyeti) sanatı konusunda çok bilgilendirici. Ancak, Hong Kong'a özel pek birşey yok maalesef. Uzak ara daha iyi müzeler gezmiştim(*).

Avenue of stars, Hong Kong sinemasına emek vermiş sanatçıları anma adına yapılmış, boğaz manzaralı bir kaldırım. Yıldızlardaki isimlerden Bruce Lee, Jackie Chan ve Chow Yun Fat dışında kimseyi bilmiyordum. Kaldırımın iki ucundaki kiosklarda en uyduruğundan Bruce Lee ve Jackie Chan ıvır kıvırı alınabiliyor.

-edit-


Çin yemeği kartımı, format olarak Kıtır'a benzeyen .. oo pardon daha salaş.. bir yerde kullandım, dünkü Malezya lokantasını ararken (o da benzer salaşlıktaydı). İçerideki tek batılı bendim, İngilizce menü olmasına rağmen. Fiyatlara baktım, bir sakatat çorbası bir de noodle söyledim. Noodle konusunda anlaşamadım, istediğim noodle gelmedi ama güzeldi. Sakatat çorbası ise... şirden böyle pişirilmeli.. evet. Ama içindeki kokoreçler biraz kart ve yağlıydı. Toplam 100 doların altında ödediğim yemek (20 kaat falan) 3 kişiyi doyuracak ebattaydı. Çorba deyince bizdeki Çin restoranlarındaki gibi minik bir çorba gelir diye sandım. Çorba ve noodle 1.5 porsiyondu. Bir de ilginç şey, girişte yasemin çayı veriyorlar. Su bardağında, paşa çayı kıvamında ve sıcaklığında. Ücretsiz.




Otel değiştirmenin maliyeti, Victoria Peak'i kaçırmak oldu, bugünlük.. 


Makao, hızlı feribotla gidilebilen bir yer. Sheung Wan istasyonunun hemen üstünde terminal var, hızlı teknelerle bir saat kadar sürüyor. Giderken, gişe nerede diye bakınırken Çinli bir amca, fazla bileti olduğunu ve 120 dolara satabileceğini söyledi. Tereddüt ederek aldım, zira buraların insanı pek "şark" kurnazı. Bilet sahte değilmiş, bindim pek güzel.


Hesaba katamadığım gelişme, feribot biniş/inişlerindeki "vize" işlemiydi. Uzun kuyruklar oluyor, kuyruğu geçmek 15 dakika kadar sürüyor. Makao gezmek için az vaktim kaldı sonuçta. Kısa zamanda (2 saat kadar) ne gördüm özetleyeyim:


Makao bir kumar cenneti. MGM gibi Las Vegas kumarhaneleri buraya şube açmış. Hemen terminal çıkışında kumarhane servisleri bekliyor, kumarhane broşürleri dağıtılıyor. Bunların arasında iki teyze daha vardı, biri bana üstünde bikinili bir kız olan ve "18-28" dışında anlayabildiğim bir harfi olmayan bir broşür tutuşturdu. Herhal böyle bir sektör de var. 


-edit-

nası' oldu bilmiyorum, unutmuşum yazmayı. Makao, bir Portekiz sömürgesiymiş. Bu nedenle yabancılara da hitap eden tabelalar Hong Kong'daki gibi çift dilliydi, ama diğer dil Portekizceydi. Kısacası, Makao'daki kısa zamanımda Kantoncamı ilerletmek için çok fırsatım oldu :) M'hsai.

-edit-


Makao'da yumurtalı puding yedim, önceki restoran deneyiminden cesaretle. Kalabalık ve yabancısız -en azından herkes çekik gözlüydü- bir restoranda iki kızın yanında bir yer buldum. Genel müşteri puding yiyordu, ben de bir tane istedim, Yumurtalı puding yapmışlar.. Ama çok pişmiş haşlama yumurta aromalı ve şekerli birşey. Sonrasında içtiğim limonata (onun da formatı bize gayri konvansiyonel) durumu düzeltti neyse. Bu sırada garsonla konuştuk biraz, Nereli olduğumu sordu, sonrasında "aa futbol" falan dedi, bildiği oymuş demek. Sonrasında benim masadaki kızlarla bir iki konuştu. Sıfırın altındaki Çincemden ve el hareketlerinden anladığım kadarıyla "Allah allah, orada da çekik göz oluyomuş demek" gibi bir cümle geçti arada. Neyse.




Ben dönene kadar saat 9:30 oldu, feribot terminalinin dükkanları kapanıyordu. Dolayısıyle günün gezisi de bitmiş sayıldı.


Otele gelince.. İsmi komik falan da olsa YMCA süpermiş. Kendimi bu gudik otel seçiminde bir daha kınıyorum. Tamam, burası direk boğaz manzaralı ama daha kötü.. belki daha laik tamam :)

-edit-

26. kattaki odamdan boğaz süper görünüyordu ama tam karşıdaki boşluğa bir anlam verememiştim. Hong Kong'un efsanevi eski havaalanıymış.

-edit-


Fotoğraflar:

  • Avenue of stars'ın ucundaki Bruce Lee heykeli, arkada Wan Chai - Causeway Bay bölgesi.
  • Günün çorbası. Yau Ma Tei istasyonu civarındaki bir lokantaydı sanırsam.
  • Senado Meydanı, Makao

2009-05-02

30 Nisan, 1 Mayıs: Gidiş




Aşağıdaki yazıyı 2 Mayıs sabahı (HK saatiyle 09:00 gibi) yazdım.


Uçak yolculuğu biraz yıpratıcı oldu. Dubai'den sonraki kısımdan bahsediyorum. Dubai'den Bankgok'a, oradan da Hong Kong'a uçtum. Umman Körfezini geçtikten sonra hep bulut vardı, o nedenle Hindistan, Myanmar, Tayland, Laos ve Vietnam'ın bulutlarından başka birşey göremedim. Uçak yolcularına gelince.. Dubai'den sonra uçakta yetmiş iki buçuk millet vardı. Emirat insanı hosteslikle iştigale tenezzül etmediği içindir herhal, hostesler de çeşit çeşitti.


Hong Kong'a giriş için pasaport boyutundaki ufak bir formun doldurulmasından başka birşey gerekmiyor. Bu aralar domuz gribi salgını var, tüm havaalanları gibi Hong Kong havaalanı da paranoid moda geçmişti. Ona ilişkin formu da doldurup termal kameranın önünden geçince Hong Kong'la aramda birşey kalmadı.


Hong Kong'un çok iyi çalışan bir metro sistemi var. Çok karışık değil, ama bu keşmekeş şehir için ilaç gibi. Havaalanından üç gün limitsiz metro ve otobüslü, gidiş dönüş havalimanı biletli kartı 300 HKD (40 dolar kadar) almak mümkün. Havaalanı treninde kartı inerken basmak gibi bir sistem yapmışlar, girişte ceza mı yiyorum diye panik oldum.


Binalar ince uzun, uzanıyor gidiyor. Havaalanından şehir merkezine gelirken böyle ince uzun binalardan görmeye başlıyorsunuz. Şehire geldikçe daha da artıyor bunlar.


Otele yerleştikten sonra Nathan Road'dan kuzeye doğru bir yürüyüş yapıp geri döndüm. 


Hong Kong (香港) adının İngilizce tercümesi "fragrant harbour" imiş. Evet Hong Kong kokuyor. Buram buram et suyuna sarmısaklı ve baharatlı Çin yemeği kokuyor. Guangzhou Wuyang'ın acılı ekşili çorbası gibi. Turist mekanı yerlerin yarısı kokuyor, abartmıyorum. Çin yemeğiyle aranız iyi değilse gelmeyin. Aman.  Bir yandan düşününce de... Sizin eviniz de kereviz-karnabahar kokmuyor mu :P Bu da onun gibi birşey.


Çin yemeği derken, Çin yemeği de çeşit çeşit burada. Malezya Çin lokantası gördüm, Nathan Road'u kesen sokaklardan birinin üstünde, bir denemekte fayda var.


YMCA (şarkıdaki gibi) oteli Kowloon'un en güneyinde pek stratejik bir yerde. Kalmak için güzel bir yer, ucuza oda da var. Yıldızlı mı bi fikrim yok, ama Levent'in anlattığı NY oteli gibi değil, iyice. Odada incil var. Tuvalet Amerikan sistem (bkz:Slavoj Žižek)

Jet lag diyorduk.. Herhal yol çok yorucu geçince bünye kendini ayrıca bir sıfırladı. Şu an saat Türkiye'de 4, ama bende bir uyku emaresi yok. Gece uyumaya çalışırken zorlanmıştım ama vaktinde uyuyabildim. 


Edit: Bu sırada oda kapısının altında gazetemi farkettim. Film işi bi sahne oldu:


Üstteki resim: Bangkok havaalanından bir tabela. Soldaki resim: Kowloon istasyonundan çıkınca görülen apartmanlar. İstanbul'a göç eden köylünün Haydarpaşa garı'ndan gördüğü şeyin benim için Hong Kong karşılığı.