2012-07-20

Bir öğleden sonra + iki saatte Çanakkale + Bozcaada


Bu haftayı geçirdiğimiz otelin cumartesi günü dolu olmasını fırsata çevirerek kısa bir Çanakkale ve Bozcaada turu yaptık. Çanakkale gezmesinde şehitlik görmek yok, Bozcaada gezmesinde de plaj görmek yok. Çok ucundan azıcık gördük anlayacağınız.

Çanakkale'nin merkezinde gördüğümüz şeyler arasında tek detaylandırabileceğim şey peynir helvası, zira 650km yer yer yapım çalışmalı yolu teptikten sonra gezme olmadı. Adamlar ideal tatlıyı yapıp taze taze satıyorlar. Gereksiz derecede tatlı değil, yağ oranı düşük, bir de üstüne Uğur dondurma makinesi işi dondurma koyuyorlar. Malum televizyon gurmesi yerinde gidip yedi mi bilmiyorum ama görseydi önce peynir helvasını götürür ardından ambiyans zayıf derdi kesin; eski tip bir pastane burası. Ambiyans yenebilen birşey olmadığına göre boşverin siz, gidin peynir helvanızı yiyin. Öte yandan, akşam yemeğine ne yesek ne yesek diye çok baktım internetten, bir balık lokantası çıktı. Internette her yazana inanmamak gerektiğini ne güzel de öğretti bize. Ya ne diyordum ben, .. peynir helvası iyidir candır.

Troya, İzmirli sayın yazarın eserinin etkisiyle dünyanın dört tarafından ziyaretçi çekiyor. Pazar günü sabahın köründe görmeye gittiğimizde otoparkta iki tur otobüsüne ek olarak Romanya, Finlandiya ve İtalya plakalı araçlar vardı. Dokuz kat gofret gibi bir yer, kat kat uygarlık. Bu nedenle arkeolojik bir cennet büyük ihtimalle, ama bizim gibi 'tüketiciler' için pek birşey yok maalesef. İki duvar görüp sıkıldık biz. Fırsatınız varsa yine de gidin görün, içinizde kalmasın.

Bozcaada, büyük şehir insanı bizler tarafından .iç edilme tehdidi ile karşı karşıya. Henüz plaj kapatıp ultra mega herşey dahil tatil köyü kurmadılar diye biliyorum ama oranın ruhu anlayışı düzeni için bizler birer tehdidiz.
Feribotu büyük şehir insanı sıfıraltı ve otuzdört plakalı arabalarıyla dolduruyor. Aralarından biri kendi istediği müziği diğer hepimize dinletmeye başlıyor. Adamın bencilliğini bu şekilde ifşa ettiği bir ortam için adamın anlayabileceği dilde diyebileceğim tek şey, müziği bu büyüklükte bir kitleye izinsiz dinletmenin fikir ve sanat eserleri kanununa muhalefet olduğu. Bu şekilde başlıyor büyük şehir insanı olmaktan utanç duyduğumuz anlar. Onun dışında deniz suyu mürekkep gibi koyu mavi, çiftlik işi olmayan balık kokulu. Karanın da kendi kokusu varmış, onu da öğrendik bu sayede.
Franchise yavaş yavaş geliyor. "Normalde sıcak içilen ve normal malzemenin yerine nişastayı basıp ürettiğimiz bu içeceğin üstüne glikoz şuruplu dondurma koymamızı ister misiniz?" anlayışlı dükkan, bizim öğlen yemeğini yediğimiz ve "yemeği istediniz, yanına kola mı sarı gazoz mu?" sorusu yerine "yemeğin yanına yoğurt mu istersiniz cacık mı?" diye soran dükkana çok uzak değil. Maalesef kalmadı bunlardan büyük şehirlerimizde ve bu ada son kalelerden biri.
Trafik: Bir ayette buyrulmuştur ya, "Allah kullarına zulmetmez, insanlar kendi kendilerine zulmederler" diye… Gördüğüm Bozcaada trafiği tamamen bundan ibaret. Feribot için araçlara bekleme yeri olmadığından dolayı, köyün -hadi belde diyelim- birbuçuk kamyonet enindeki anacaddesini tıkıyor feribot bekleyen araçlar. Ana cadde boyunca uzanan bu kuyruğu sıcakta beklemek öncelikle şoför psikolojisini, sonrasında da yaya psikolojisini bozuyor. Sinirli şoförler ve şoför davranışlarına haklı olarak sinirlenen yayalar bir Bozcaada klasiği olabilir, yeterince uzun kalıp gözlemleyemedik. Feribota binmeden, anakarada araç park etmek daha ucuz ve eziyetsiz; biz hasbel kader böyle yaptık ve mutluyuz.