2011-07-31

kuyruk...

Paris'de müzelere gittim, bol bol fotoğraf çektim. Fotolarda sanat eserleri pek yok, sadece müze dışındaki kuyrukların fotolarını çekme fırsatım oldu, örneğin yandaki kuyruk Orsay'den. Her müze ve kilisenin önünde birer buçuk saat bekleme süresi  biçtiğim kuyruklar vardı. 'Yaw bunların hepsi Wikipedia'da da var, hiç mi Mona Lisa görmedik' diye isyan ettim. Kışın daha tenha oluyormuş (ama yine de kuyruk oluyormuş). Paris'e yanlış bir zamanda gittiğim söylendi, bilemiyorum. Girebildiğim tek müze Pompidou oldu, modern sanat tu kaka demeyin, hoş şeyler var. Flaşsız foto serbest. Bazılarında, yerinde gitmek görmeyi gerektiren bir özellik var; bir ışık oyunu, bir göz aldanması gibi. Fotolarını çektik ama pek bişeye benzemediler. Bunun dışında, modern sanat sadece Pompidou tekelinde değil. Louvre önü cam piramit benzeri bir sürü şey var, müzelerin sarayların avlularında. Vandalizm de diyebilirsiniz evrim de. Yorumsuz.

Kuyrukta bekleme sabrımı kaybettiğim yer ise Disneyland oldu. Abartılı evler, peluş giymiş mankenler ve rollercoasterlar... başka da çok bir numara yok. Her tarafta 'neşeli' müzikler çalıyor. Bunlara rağmen Disneyland hoş yer. Bahçesi arboretum gibi, dünyanın her yerinden ağaçlar ve bitkiler var, hayatımda görmediğim ağaçları gördüm. Bu nedenle de Versay'ın bahçesinden daha güzel olduğunu iddia edebilirim.

Alınabilecek hediyelik eşya yönünden fakir bir yer Paris. Yok yanlış anlaşılmasın, Paris hatırası buzdolabı mıknatısları, tişörtler, heykelcikler gani. Hatta, sanat şehri Paris'den görece ucuza Eyfel manzaralı yağlıboya da alabilirsiniz. Ancak bir orijinallik yok, mesela yağlıboya tablolar Shenzhen yöresinden gelme çok büyük olasılık. Bunun temel nedeni, burada birşey üretmenin yüksek maliyeti. Alternatif Fransa hediyeliğimiz ahşap kutulu orijinal camembert (altı liralık küflü peynir) ise tat ve koku yönünden herkese hitap etmedi, kendim yiyerek Türkiye'ye getirmeden bitirdim. Bu durumu bana çok söylemişlerdi, dinlemek gerekiyormuş. Unutmadan, Montmartre'da 'daha orijinal' yağlıboya tablolar da var, fiyatlarından da anlaşılıyor.

2011-07-30

şehrin kokusu


Parfümerilerdeki şişelerin çoğunun altında Paris yazıyor biliyorsunuz. Paris, lezzetlerin yanı sıra aromaların şehri. Örneğin, Hong Kong'un tamamında iki koku (Çin yemeği ve dezenfektan) varken sadece Paris metrosu dört türlü kokuyor; yumurta, yeşil sebze çorbası, çiş ve at. 'Metro tarihi, olur böyle şeyler' diyordum, aynı kokuyu ferah Montmartre'da da aldım, demek ki insan kokunca metro da kokuyor. İnsanlar -özellikle bizim monşerler ve Batılılar- diyor, yok Çinli kokuyormuş, Hintli kokuyormuş diye. İnsanın kardeşinin-eşinin kullandığı bardağı kullanması ama başkasının kullandığı bardağı kullanmamak istemesi gibi bir durum bu sanırım; Batılı, Fransız'ın kokusunu almıyor ya da almak istemiyor. Bir süre yeşil sebzeli çorba yemek istemiyorum ben.
Metro konusundaki en temel sıkıntı koku değil. Hemen hemen tüm metroların kendince bir işareti var, ancak metro lafının isim babası Paris şehrinde metro istasyonlarının girişlerinde herhangi ortak bir işaret yok (artık logo mu dersiniz amblem mi bilmiyorum). Aramanız gereken girişlerin küçüklüğü Paris meydanlarının büyüklüğü ile birleşince uzun yürüyüşler yaptık; Concorde (fr: 'koku' diye okunuyor) meydanına çıkan metro durağını baya bir aradık, sonra pes ettik mesela. Sanırım metro ile ilgili bir Slavoj Žižek durumu var; girişleri kendilerince hasıraltı etmişler Fransız metoduna uygun olarak. Ortamın yerlisi olmayan bizler bu durumu sevmedik. Yandaki fotoda diğer bir metro istasyonu görünüyor, hepsinde bu işaret yok. Türkçesi 'Paris Metropolitan Şimendiferleri Kumpanyası' olan cümlenin kısaltmasından Métropolitain ve Metro kelimeleri gelmiş.

Hasıraltı edildiğini gördüğüm şeylerden biri de otoparklar. Örneğin, Champs-Elysees (şanzelize) caddesinin en takdir ettiğim yanı otopark düzenlemesi oldu. Cadde boyunca -metro girişleriyle karıştırdığımız- yeraltına yaya girişleri var. Araba giriş ve çıkışları da görüntüyü bozmayacak şekilde küçük yapılmış (şoför olarak test etmedim kendilerini).

Uzatmadan söyleyeyim, hem monşerlerin hem de sayın belediyecilerimizin yüzlerine vurabileceğiniz bir sürü şeyi var Paris şehrinin.

2011-07-23

paris

Bu yaz Paris'e gitme fırsatım oldu. Thalys ile Brüksel'den kısa sürede ulaşılabilen bir yer Paris. Tren, Kuzey Garı'nın kalabalığının içine bırakıyor. Oradan, otelimize üç metro aktarmasıyla ulaştık.

İstasyondan itibaren dikkatimi çeken bir nokta, -etnik anlamda- Fransız insanının yanı sıra büyük bir yabancı nüfus buluması. Evet, yetmişiki buçuk milletten insan her tarafta, ama gözün gördüğü kadarıyla büyük bir üçüncü dünya kökenli nüfus var, Fransız futbol takımındaki etnik dağılım, üç vakte Fransa vatandaşları arasında da olacak gibi görünüyor. Bazı seyyar satıcılık sektörleri etnik olarak ayrılıyor: Eyfel kulesi hediyeliği satanlar hep Kara Afrikalı, müze önlerinde su satanlar Hindistan yarımadası kökenli. Magripli çoktan toplum içine entegre olmuş, taksi şoförü seviyesinin üstüne çıkmış. Hatta bazısı muhafazakar Türk'ü özendirecek şıklıkta tesettür dolaşıyor - bir Konya olamasa da Paris'de çok sayıda kapalı dolaşan var.

Kısıtlı bütçemiz nedeniyle Michelin yıldızlı bir yere gidememiş olsak da Paris'de güzel şeyler yedim. Örneğin:
  • Soğan çorbası hiç içmemiştim, iki ayrı yerde denedim. İlk denediğim yer (belli etmese de) Türk olduğundan şüphelendiğim bir pizzacıydı. İşkembe çorbası gibi ekşi yapmıştı, süperdi.
  • Flan patisser, güzel bir pasta. Cheesecake gitsin flan gelsin, sağlıklı yaşayalım. Kayınbiradere tavsiyesi için teşekkür.
  • Peynir, belki de en ucuz yiyecek. Şarap, (fiyat-performans ekseninde) tr ile aynı fiyata. İyi ekmek bulmak mümkün.
  • Montmartre'da fantastik renklerde ve kokularda makaron yapan bir yer vardı. Tanesi üç liraya makaron yemek koysa da bir tane alıp neymiş diye baktık.
Bunun dışında... KuruHasan yiyip Evian içmenin hastası değilim. Şarküteri ürünlerini çok deneme fırsatım olmadı malum nedenlerden.