2010-05-22

macau, dönüş falan filan...

Makao işini tam planlayamamışım. Ööle 15 dakikalığına görüp bir arkadaşa bile bakamadan gittik geldik. Kardeşimin bu işlere canı sıkıldı. Neyse. Gitmeden önce onda bunda çok vakit harcadık. Çok verimli bir günümüz olmadı. Bu gezide neler öğrendik biraz özetlemek istiyorum:






Turist kazıklama konusu: Başkaları kısa yoldan para kazanıyor... adamların kestirme yolu bu. Sağda: taksicinin tanıtma plakası. İsmini kapatması tamamen kendi niyetinden.


Bangkok'da o kadar çok kral resmi görüp, Rama V anıtından Rama VI yolu işaretini görüp Rama IX yolundan biryerlere gidip kafayı karıştırınca (bizim Kızılay'daki yol kesişimi gibi :P) ve gökdelenlerin arasından tüten dumanı görünce gidip okunuyor birşeyler * * * *. Neyse böyle işte. Adamlar biraz bize benziyolar bazı yönlerden, işleri zor. Tayland görmek, bir miktar okumaya da sevketti, o açıdan güzel oldu. Bu arada, havaalanı küf kokulu olsa da duty free konusunda Dubai'den daha iyiler bence; IST gibi bir Niederegger cenneti olmasa da kurutulmuş meyve, kesme orkide veya uzak doğu tıbbı ürünleri pek bol. İki-üç kiloluk ambalajda Yeni Zelanda  malı süttozu, DXB için özel üretim Avustralya şekerlemesi, burc el-arab şekilli şişede parfüm arıyorsanız adresiniz başka tabi.


Çin'e gidip bavul ticareti yapıp gelmek diye birşey yok. Orada satılan herşey burada da var. Üstelik burada anasının gözü anlaşması zor satıcılar satmıyor. Birşey almaya motive gitmeyin. Çin, herşeyin ucuz olduğu yer değil. Meyve, kıyafet Tayland'dan Malezya'dan gelebiliyor.


Shenzen'de Dafen Yağlıboya Köyü'ne gitmiştik, böyle iki-üç Maltepe Pazarı bir alanda üç katlı binalar var, deste deste yağlıboya satıyorlar :P. Oraya gitmektense LV çanta/IWC saat köyüne gitmeyi çok isterdim, ama nedense basının ya da Internet dünyasının bize göstermediği, bize bilgi sunmadığı şeyler bunlar. Hani Discovery Channel/National Geographic aslında problemli görünse de çok problemli olmayan iş kolları hakkında yayın yapar ya... Taklit Louis Vuitton çanta ya da taklit IWC saat ne aşamalardan geçer, bunları yapanların sigortası ödenir mi, yazılı iş akdi yapılır mı, taklit saati satanın yapanın motivesi nedir... bunları biri anlatsa çok aydınlanırdık.


HK'daki çeşitli yasak tabelaları konusunda Shenzen'i ve Tsuen Wan'ı görünce biraz aydınlandık. Çin normu, Batılı normlarından biraz farklı. Sesli bir şekilde boğaz temizlemeyi müteakip yere tükürmenin normal olduğunu çok kişi anlatmıştır, ben bir defa daha anlatayım.


Dönüş işi 30 saat sürdü, sancısız gibi oldu ama sağlığa pek yararlı bir iş değilmiş. Bir dahaki seyahate nereye gidilebilir, bilemeyiz. Muson iklimini biraz daha öğrenmem lazım. Yağmuru duştaki su ılıklığında yağan Tayland havasını geçtim, HK havası geçen gidişime göre daha nemliydi. Bünyeler dayansa da çiy noktası(?) 20 derecenin üstünde klimalı ortamdan dışarı çıkınca objektifler bir 'hohhh' yapılmış gibi buğulanıyor, görülebilen şeyler azalıyor. 'Dumanlı dağlar gibi' gökdelen fotoğrafı çekmek mümkün oluyor ama, ... di mi Polyanna? :P

2010-05-20

Shenzen

Shenzen için saat 6:30'da kalktık. Saat 7:30'da otobüse bindik, daha otelin çevresindeki rahip kılıklı dilenci mesaisine başlamamıştı. Yarı uyanık çıkınca fotoğraf makinesi otelde kalmış. Gezinin devamında anladığım kadarıyla bunda pişman olacak birşey yok.

Shenzen, Hong Kong metrosundan indikten sonra kirli kahverengi akan bir nehri kapalı-klimalı bir köprüden geçerek varılan bir yer. Pasaport kontrolünde beni sorgu odasına çektler(*), neyse ki rehberimiz durumu halletti bir şekil.

Tur şirketi, bizim için bir grup vizesi ayarlamış. İkisi Melbourne'lü, ikisi Brisbane'li dört Avustralyalı, Maori bir Auckland'lı ve biz vardık. Alışveriş turunun tek erkeği neden benim diye çok sormadım, hatamla bir günümü yaşadım.

Şehrin tek property developer'ının devlet olması nedeniyle gecekondulaşma falan pek olmamış, kocaman yollar yapmışlar -ya da biz görmedik :P Vaktimizin yarısı otoyol seyahatiyle geçti; 1980'de 30,000 nüfuslu bir kasaba olan Shenzen, günümüzde 10 milyoncuk nüfuslu büyük bir şehir. Deng Xiaoping, Hong Kong'un dibine özel statü verip bir ticaret ve üretim üssü inşa etmiş.  Arazi bol işgücü daha ucuz olsa da Hong Kong estetiğini yakalayamamış, kim ne derse desin var bir estetik Hong Kong'da. İç göçle büyümüş bir şehir olduğundan, şehrin hakim dili (Kantonca değil) Mandarin. Aradaki farkı çok anlayamıyorum, ama farklı diyeyim. Buna ek olarak, şehirde farklı Çin lehçeleri de konuşuluyor. Kulak ayırt ediyor, o kadar, ismi cismi ne bu lehçelerin deseniz söyleyemeyeceğim.

Bir sürü yalan dolan yer gezdikten sonra sınır kapısının hemen karşısındaki Luohu (Kantonca: Lo Wu) alışveriş merkezine girdik. Yer, Mong Kok'daki Ladies Market'in beş katlısı. Ladies Market da eski Maltepe Pazarı'nın kilometre uzunluğunda geniş bir caddede olanı sahi. Satıcı tacizi çok yoğun. Çin Halk Cumhuriyeti, WTO üyesi olana kadar taklit işi çok karlıymış. Şimdi eski tadı yokmuş diyorlar, ama mekan baya kalabalıktı.

Fiyatlar, Ladies Market'dan çok da farklı diil. Alınacak tek şey, çay. En üst katta çok süper bir çay dükkanına gittik, beyaz ve yeşil çay aldık. Çay tadımı: ücretsiz.

Hong Kong'a vardığıma hiç bu kadar çok sevinmemiştim.

(*) Dönüşte de bu pasaport işinde arıza çıkmasıyla anlaşıldı ki, grup vizesinde benim soyadım u ile yazılmış, oysa ki pasaportta ü var. U/Ü farklılığının arızaya neden olduğu bir ülkeymiş Çin. Aman dikkat.

2010-05-19

HK-19 Mayıs...

Sabah gezimiz, Tuen Mun'da balık pazarı gezmesiyle başladı. Evliya çelebi çekmiyorum, gelip görmeniz lazım; adamlar hala solungaçları oynayan balık kafaları satıyorlar. National Geographic'de derin deniz belgesellerinde görebileceğiniz türde, uzun dişli ve şeffaf derili yılan formlu balıklar da var. Deniz canlısı olmasa da bir varil dolusu kara kurbağası da vardı. Demek talep var satıyorlar :).

Şehrin turistsiz ve görece uzak yeri Tuen Mun'da İngilizce az, herkes kendi halinde yaşıyor. Yaşlı nüfus, şehir merkezine göre baya fazla.

Tuen Mun'dan dönüp Hong Kong parkındaki çay müzesine gittik. Flagstaff çay müzesinin sayesinde, küçük demliklerin nasıl kullanıldığını, oolong çayının nasıl demlendiğini öğrendik. Demlik ve fincanlar sıcak suyla ıslatılıyor, demliğin 2/3'ü çayla dolduruluyor, demlik taşana kadar suyla doldurulup hemen fincanlara dolduruluyor.. ama içilmeyip atılıyor. Çay yapraklarını yıkamak içinmiş. Sonrasında, bir daha su konuyor, bu sırada fincanların ve demliğin dışı sıcak suyla yıkanıyor, 2-3 dakika içinde bu shot bardağından ufak fincanlara servis yapılıyor. Sonuç: Ehlikeyiflik her toplumda var.

North Point'deki dolaşmamız sırasında hediyelik aradık, kardeşime kağıttan ejderha baktık. Bu sırada, tütsü, sahte para, kağıttan altın külçeleri ve kağıttan gömlek-omega saat (şekildeki gibi) satan bir yere gittik. İngilizcesini anlatmakta zorlandığımız için kantoncam bir kelime daha ilerledi. 'Ejderha' diyebiliyorum artık. Standard Chartered'ın parasını gösterdik, ölülere yakmalık para anladı. Paranın üstündekini gösterince de olmadı. En son sağ kolumla alkollü eller havaya ortamında bile yapmayacağım bir figür yapıyordum. Neyse, bir süre kapatıyorum yerli halkla irtibatı.

Monocle'ın tavsiyesi üzerine gittiğimiz Java Road Cooked Food Centre, Kantonca konuşamayan dergi okurlarının -hele ki monocle okurlarının- %99'unun sevmeyeceği bir yer; helali mekruhu geçtim öncelikle anlaşma problemi olacak :) İngilizce menü yok. Tabi, alt kattan girip önce et sonra da durian(*) kokusundan yemek katına ulaşmanın da bir etkisi var. Geçen gittiğimde o muhitte kalmıştım, tahmin etmeliydim. :D Tabi geri dönüp Causeway Bay'de yerel hamburgerciye gitmek daha iyi bir fikir miydi bilmiyorum.

Geçen gelişimde Hong Kong'u neden sevdiğimi Causeway Bay'e gidince anladım; Hong Kong'da Japon esintili (evet tuvalette sabun yok!) alışveriş merkezi gezmemiştim. Bunlardan birkaç tane var, birine girip wii motion plus almayı başarabildim.

Öğlen çiseleyen yağmur, saat beş gibi baya hızlandı. Hava tahminlerine göre metrekareye 6 kilo yağmur bekleniyormuş. Otele erken dönüş, benim için Internet, kardeşim için müze gezme zamanı. Yağıştan karşı kıyı görünmüyor.

Octopus card'ların bedava kullanımı bugün sonu itibariyle bitti, kredimizi yükledik. Ancak, yarını Shenzen'le, Cumayı Macau ile geçirme planı sayesinde metrodan çok seven eleven'la kullanacağız sanırım. Rivayete göre Octopus Card, Hong Kong okullarında yoklama amacıyla da kullanılıyormuş.

(*) 'Meyvelerin kralı' durian, sadece büyüklüğünden dolayı meyvelerin kralı. Rivayete göre Singapur'da toplu taşım araçlarına durian ile binmek yasakmış. Temmuz ayında organik çöpleri iki gün çıkartmazsam çöp kutusundan gelen koku aha durian kokusu. Geçen gelişimde çok bir bağ kuramamıştım meyve ve koku ile, şimdi kurabiliyorum. Tabi böyle kokan ve böyle kocaman birşeyi satın almadık.

Pazardan mangosteen, longan ve pitaya aldık, özellikle longan pek de güzeldi. Meyvelerin Türkçelerini bilmiyorum, çarşıda pazarda görürsem, adlarını düzeltirim :P

2010-05-18

HK-18 Mayıs...

Biraz daha erken kalkarak rush hour'ı yakalayabildik ucundan. Cafe de Coral'da iğne atacak yer yok. Yan taraftaki McDonald's açık ama tam takır.

WiFi hotspot işini baya bir kaptık. Mesela, Hong Kong parkının WiFi'ı var, ancak parktaki nem nedeniyle su kenarında açık hava wi-fi, bir sürü böcek ısırığı demek. Parkın en güzel özelliklerinden biri olan kuş evi geçen geldiğimde kapalıydı, doyasıya gezme fırsatımız oldu. Dev bir kafesin içine girip bol bol kuş fotosu çekme imkanı var. Ücretsiz. Daha iyi fotolar, kardeşimin makinasında kaldı. 

Bugün hava güzel olduğu için Victoria Peak'e çıkmak istemiştik, geldiğimiz gün 400+ metrelik 2 IFC'nin tepesi dumanlı dağlar hesabı bulutların içindeydi. Bugün hava iyi, yağış yok, klimalardan sokağa damlayan su haricinde, ki baya büyük bir su miktarı bu :P. Ancak çok kişi bizim gibi düşünmüş olmalı ki Peak Tram'de iki seferlik kuyruk vardı. Başka bir güne bıraktık.

Buraya gelmişken, gidebildiğimiz kadarından Çin'e de gidelim dedik. Shenzen (Şen-jen gibi okunuyor) turu için Sheraton'ın içindeki bir yere gittik. Türk insanı, günlük vizeyle Shenzen'e gidebiliyormuş, acentanın dediğine göre. Hayırlısı, Perşembe günü göreceğiz.

Günün son alışverişini, Stanley Road'dan tripod alarak yaptık. Kowloon'daki alışveriş modelinin tersine, buradaki dükkanlar pek efendi, az pazarlıklı ve çok özelleşmiş çeşitli. Günün sonunda Stanley Road'da gittiğimiz Vietnam lokantası da pek verimli çıktı.

Bugün, yorgunluktan ağrıyan ayak tabanları nedeniyle biraz erken bitti, yine de otele döndüğümüzde saat sekizi geçmişti.

2010-05-17

HK-17 Mayıs

Sabah kalkıp otelin yakınındaki Cafe de Coral'dan kahvaltımızı ettik. Süper otomatize bir yer, sistem olaraktan McDonald's ekolünden farklı. Bir kişi İngilizce siparişlerden İngilizce olmayan sipariş fişlerini hazırlıyor ve tahsilatı yapıyor. Fiş, mutfağa anons yapan birisine veriliyor. Mutfaktan gelen yemeği diğer aşamadaki personel koyarken içeceği de son eleman koyuyor.

Yürüyüş turu broşüründeki ilk durağımız, çok güzel bir parktı. Düzen-tertip bol kontrol sinyaliyle sağlanıyor. Bu park ve sonraki tapınak konusunda ikinci bir post daha yapacağım.

Kowloon walled city, hani şu seksenli yıllar karanlık karate filmlerinde geçen uyuşturuculu, mafyalı ve izbe Hong Kong mekanı-ymış. -mış, çünkü doksanların başında dümdüz edip park yapmışlar. Eski havaalanının yakınındaki bu 40000+ nüfuslu mahalle, en ortasındaki tarihi yönetim binası haricinde yıkılmış ve güzel bir park olmuş. Fikir vermesi açısından maketi yandadır. Anlayacağınız, insanlar konteyner ebatlı evlerde yaşayıp çalışıyorlarmış. Pardon, mübağla oldu, konteynerdan ufak bunlar...

Geçen geldiğimde bağrından geçtiğim ama çok fazla ilgilenmediğim sahte saat ve çanta işine kardeşim sayesinde bulaştım bu sefer. Bir ara, anlayamadığımız bir anons oldu ve kız elindeki çantalarla kayboldu. Sonrasında, bizi peşine takıp pazarın arkasındaki koridordan bir lokantaya götürüp lokantanın da arka odasına soktu. Kardeşim, gösterilen LV çantalardan birinin çok uyduruk, diğerinin pahalı olduğunu söyledi. Kendisi için de uygun bir çanta bulamadı. Kırkbeş dakikalık uğraş boşunaymış anlayacağınız. Bu arada, saat de baktık bir miktar… Kardeşim, sipariş edilen saatten de bulamadı. Neyse, güzel bir macera oldu. Saat fiyatları: Plastik renkli saatler 3TL; markalı, mekanizmalı (otomatik) veya quartz saatler 60TL. Deri kayışlı olanlarda hep 'Genuine Leather' ibaresi de var. Marka kadar gerçek.

Günün bilançosu: Bir Cartier saatim oldu. Yerseniz. İyi LV taklidi pahalı. Çanta alacaksanız da kasmayın, gidin en kral deri olanından alın bir Türk dükkanından.

Günün yemeklerini, Kowloon Walled City yakınlarındaki bir Kamboçya lokantasında ve Yau Ma Tei'deki bir Vietnam lokantasında yedik. Yenilebilirlik oranı yüksekti.

2010-05-15

HK-Yeniden..


Geçen seneki iki günlük Hong Kong gezintisinin biraz daha kapsamlısını bu sene kardeşimle yapıyoruz. Kardeşim için ilginç bir gezi olacağı kesin, benim kendim için dileğim, bunun bir teletubbies programının ikinci yarısı olmaması.

Bu sefer, bir farklılık olarak duraklama işini Bangkok'a bıraktık. Dubai'de kısa bir molanın ardından bangkok'a beş saatliğine vardık. Çatışma haberlerinin çokluğu nedeniyle Bankgok'a giden uçakta yolcu sayısı pek azdı.
Beş saat, uzun bir süre olduğu için dışarı çıkmayı düşündük. Çatışmalar, şehrin ticari merkezinde ama sarayın uzağında olduğu için sadece saraya gitmeye karar verdik. Duraklama işi mecburiyetten, zira non-stop uçakta sadece bussiness koltuk kalmıştı.

Baharatlı yemek kokan bir uçaktan, küf kokulu  terminale, oradan da vıcık vıcık nemli bir havaya çıktık. Taksi standından, canlı pembe renkte, baharat kokulu bir taksiye bindik. Taksiciye -yürüyüp dolaşma umuduyla- kral V. Rama anıtına gitme direktifi verdik ama yağmur mevsimi kendini gösterdi. Gittiğimiz gün, nemli bir hava ve ılık bir yağmur vardı. Sanki yağmur yağıyor, buharlaşıp tekrar bulut oluyor ve tekrar yağıyordu. Coğrafya derslerindeki su çevrimi sanki çok küçük bir alanda olup bitiyordu.

Genelde Bankgok hoş yer gibi. Her tarafta kralın resmi var. Bizdeki Atatürk bolluğunu eleştiren bir insan idim, şimdi çok abartmıyor olabiliriz diyorum. Bugünlerde, ülkenin gömlek rengi konusunda bir uzlaşı problemi var, herhalde ülkeyi bir arada tutan tek güç 80+ yaşındaki sayın Kral. Doğrudan çatışma görmedik ama şehrin yüksek binalı kısımlarından dumanlar yükseliyordu.

Denir ki, Tayland'a insanlar Taylandlıları s..mek için geliyor. Wikitravel'ı ve çeşitli siteleri okursanız da, Tayland insanı, Tayland'a gelenleri s..yor. Birinci için bir niyet göstermesek de, Tayland insanının ikinci için gösterdiği niyeti ufaktan görme fırsatımız oldu.  Taksiye istemsiz olarak 150 baht (6 lira falan) bahşiş verdik. Taksimetre Tayland'da opsiyonel bir donanım olduğundan dolayı bu miktar çeşitli durumlarda daha da artabiliyor. Bütün bunlara rağmen, Tayland gezimiz için çok fazla baht gerekmedi, kardeşimin ıslanan ayakkabılarının yerine aldığımız ayakkabıları saymazsak 50 euroya gelenler şunlar: bir şemsiye, buzdolabı magneti,  saraya iki kişilik giriş bileti ve havaalanından saraya gidiş-dönüş-taksi beklemesi (zira uygun taksici bulur muyuz diye tırstım beklettim).

Bir saatlik saray gezisi ve toplam bir saatlik taksi yolculuğundan sonra Suvarnabhumi'ye geri dönüp uçağımıza bindik. Save tuşuna bastığım şu an HK'a 20 dakika mesafedeyiz. Hadi hayırlısı.