2010-07-25

üç saatte en sadesinden amsterdam...

Bugün Amsterdam'a gittim, tren birazdan Feyenoord stadının yanından geçecek, Brüksel'e doğru yoluna devam ediyor olacak. Brüksel'den gidebileceğim en ucuz enternasyonal yer Hollanda idi. Paris, Aachen ya da Lüksemburg'a gitmenin yarı fiyatına gittim Amsterdam'a.

Sanırsam Konya kadar bi ülke ama, bir günde Hollanda, üç buçuk saatte Amsterdam gezilemeyeceğini öğrendim, dönüyorum. Bol yürüyüş, sıfır müze veya sergi, sıfır redlight district. Yolculuk, saat 8:23'deki backpacker dolu trenle başlamıştı. Dönüş treni yaşlı amcalar ve teyzeler ile dolu.

Hollanda tarımda ileri bir ülke, hayran kaldım diyeyim. Tarlalardaki ürün çeşitliliği şaşırtıcı; lalesinden patatesine her bir şey var. Bunda ülkenin sulaklığı ve ılımanlığı bir etken belki, ama bir özen ve araştırmacılık olmasa olmaz bu işler; bizimkiler olsa çevirip çevirip arpa-buğday ekerlerdi. Sayelerinde tren yolu kenarında otlayan alpaka da gördüm. Buradan alabileceğiniz en güzel hediyelik de çiçek; şehir merkezinde bir sürü ilginç bitkiyi, tohumunu ya da soğanını uygun fiyatlara alabiliyorsunuz.

Tarlaların yanından -betondan gibi durmayan- kanallar akıyor, sanırsam oradan bir şekil suluyorlar ama aynı yerde buğday da yetişiyor (sarı sarı kuruyabiliyor). Evlerin hemen dibinden kanal geçiyor, ama bodrum katları var. Hollanda altyapısını çözemedim. Türkiye'deki belediye başkanı adaylarının önkoşul olarak bir yıl burada bir yıl da Hong Kong'da staj yapmasını diliyorum.

Amsterdam istasyonunda hızla biletimi alarak hollanda işi theme park Zaanse Schans'a gittim, peynirimi aldım, yeldeğirmenli fotolarımı çektim. Trenle gidilebilen ama tarlaların ortasında bir yer. İlginç bir şekilde Rus ve Japon turist kaynayan bir yer. Çok büyük bir yer olmasa da kartpostal işi fotoğraf sahnesi olarak randımanlı. Yeldeğirmenleri bedava, ıvır zıvır müzeler ve tuvalet paralı. Dönüşte haritamı aldım, şehri gezmeye başladım.

Coffeeshop önünden geçtiğim sahneleri saymazsak, PG-13 bile olmayan bir Amsterdam seyahatini gerçekleştirdim, bitirdim, şimdi trene oturdum. Amsterdam çok güzel bir şehir. İstasyondan merkezli, müzeler bölgesine kadar olan yarım daire çok güzel bir yer. Gerisini boşverin. Kanallar var, bisikletler var sürüsüyle. Dışarıdan gördüğüm kadarıyla yeni gelene bisiklet biraz zor, bazı temel kuralları öğrenmek, bir bilenle gitmek, yaya yollarına çok dalmamak gerekli. Yeni gelenin de bisiklet yolunu boş kaldırım belleyip atlamaması gerek; tabi bu çok çabuk öğrenilecek birşey.

Kanallara göre kendinizi hizalandırınca kaybolmak zor ama sokak atlamama, her sokağı bulma kaygısı içindeyseniz, turist bürosunun haritası probleme neden olabiliyor.

Yemek: Salamura ringa balığımı yedim. Bu aralar mevsimi imiş, wikitravel'a göre. Biraz kılçıklı (ama sirkeli salamuradan dolayı kılçıklar yumuşak) ve ne olduğu anlaşılmıyor. Buranın kokoreçi gibi birşey olabilir. Waffle, iyi bir düşünce değil. Çok güzel peynirler var, hangisi ne kadar orijinaldir bilmiyorum ama aldım götürüyorum birşey :D Amsterdam'da yaptığım en çılgın şey, Hawaii Hamburger (evet ananaslı) yemek oldu. Tadı kötü değil ama gerek yok böyle birşeye.

Diğer: Hollanda veya belçika özelinde söylemiyorum, bir sürü kocaman işyeri tipi binada 'te huur' (kiralık) yazıyor, acaba sık bina değiştirmek bir gelenek mi yoksa ülkecek topu dikme durumu mu var, anlayamadım.

2010-07-23

bir Belçika şehrinden manzaralar

Şu vakte kadar Brüksel, Anvers, Gent, Bruges ve Leuven gördüm. Hepsini ayrı ayrı yazıp uğraşamayacağım an itibariyle. Yarına  gezi planlamam gerek. Hepsinde olan şeylerden derliyorum, topluyorum ortaya karışık yazıyorum.

Grote Markt: Şehrin meydanı. Bir tarafta çan kulesi (katedral demedim), belediye binası (Stadhuis) ve lonca evleri. Çan kulelerini toptan UNESCO kültür mirası yapmışlar. Eski zamanda, meydana bakan binalarda çeşitli zanaatlerin loncaları varmış. Şimdi alayı kafe-restoran olmuş. Meydandaki veya yakındaki katedral, katolik binası olsa da ferah görünebiliyor.. Viyana'daki Stephansdom'la kıyaslayıp söylüyorum.






Meydanda ya da Yakınında Kafe-Restoran:  Yemek için çok randımanlı yerler değiller. Bazıları -öyle görünmese de- kafe/restoran zinciri olabilir. Servis genelde yavaş. Bunun birkaç nedeni olabildiğini gördüm:
  • Altı kuru keyfi yerinde tok satıcı Fransızca konuşan garson. (Brüksel'in İskender Kebap'ı Chez Leon'un garsonu(*))
  • Koşu ayakkabılarını giymiş, tüm masaları elden geçirmeye çalışan, 50+ yaşlarındaki mal sahibi Flaman garson. (Gent'deki midyeci. Leon'u boşverin, yarım saatte trenle buna gidin.)
  • Biraz tembel, biraz da 'bunlar yiyip kalkarsa dükkan boş görünür' kaygılı, İtalyan aksanlı, g.t kadar dükkanda nasıl arazi olduğunu anlayamadığım garson. (Leuven meydanında pizzacı)
  • Menü ve sipariş için o kadar bekledikten sonra 'Buradaki masalara yemeksiz oturtmuyoruz' diyip bizi kovan, kafe mi restoran mı olduğu belli olmayan yerin PakHindisan asıllı garsonu. (Anvers)
Normal insanlar normal zamanda hangi normal yerlerde yiyorlar, bilmiyorum.

Beguinage: Türkiye'de ve Avrupa'nın diğer birçok yerinde olmayan bu kavramı anlamadan önce biraz wikipedia okumam gerekti. Dilim döndüğünce anlatayım:
Almanlar yenilince yenildiğimizi söyleyen tarih kitaplarımız, "Doğu'nun zenginliğini kıskanıp 'Din elden gidiyor' ayağıyla gelen"(**) Haçlıları anlatır ya.. Onların baya bir kısmı, bu aşağı ülkeler coğrafyasından gelme. Haçlıların evde tek başına kalan hanımları, anaları kurmuş bu yapıları. (O zamanlar) Şehrin az dışında, kapalı bir kampuste  sade bir hayat tarzı benimseyip ruhban sınıfa girmeden Tanrı yolunda çalışmak isteyen kadınların yeriymiş Beguinage yapıları. Leuven'dekinde hala yaşayanlar vardı, öğrencilere vermiş olabilirler. Alçakgönüllü ve sessiz bir muhit.

İstasyon: Eve dönüş noktanız.

Göçmen mahallesi: Biraz ürkütücü. Buraya geldiyseniz kaybolmak üzeresiniz. Kayboldunuz demiyorum çünkü genel beğeniye göre turistik yerin iki sokak ötesinde başlıyor. Helal et, baklava ve yufka ekmek bulmak mümkün, sıhhi bulmayıp gayri helale yönelim çok olası. Sokakta duyduğunuz boğaz temizleme sesi, konuşulan dilin bir parçası olabilir, hemen sonrasında yere atılacak balgamın habercisi olabilir. Dükkanların yarıdan fazlası kapalı görünümlü. Schaerbeek görmedim, ekteki foto Anderlecht'den.

Yardımsever halk: Bir defa olsaydı yazmazdım, iki günde bir yaşadım yazıyorum. Elinizdeki şehir haritasını evirip çevirmek, 'size yardım edebilir miyim' diye yanınıza gelecek insanları çekebilir. Telaşlanmayın. Dünya görüşleri, lafta değil harekette "İyi Samiriyeli" olmak şeklinde.. Tabi bu konuda kanunlar da var; bu ülkede başı sıkışanı görüp yardım etmemek yasadışı. Bu paragrafı sevgili arkadaşım Ayazma'ya adadım.

Sahaf: Flamanca ve Fransızca (ve arada İngilizce) kitap bulmak için iyi bir yer. Anvers ve Leuven'de güzel sahaflar, uygun fiyatlar var. Türkiye'de de var sahaf, bazen severek uğruyoruz :)

Dil karmaşası: Herkes her an herhangi bir dil konuşabiliyor, belli bir şeyi işine gelen dilde anlatabiliyor. Sahaftaki kasiyer, ziyarete gelen arkadaşının Flamanca dedikodularını dinleyip İngilizce cevaplayabiliyor, trendeki haşarı 3-5 yaş grubu çocuk işine gelince Flamanca işine gelince İngilizce konuşabiliyor. Kondüktör zaten üç-dört dil biliyor. Şu an içinde bulunduğum yerin Rue de la Blahblahblah gibi uzun bir adı var, Flamancası pek daha kısa ve anlamlı. Şehir haritası bilingual olunca bir sürü yazı var üstünde. Sadece Fransızca veya sadece Flamanca harita mantıklı olabilir. A, bir yandan da şöyle bir durum var, tren biletleri bilingual değil. Otomattan alıyoruz, bazen Fransızca geliyor bazen Flamanca. Daha Fransız yöresine de gitmedik ama hayırlısı..

Malum dile -politik nedenlerden ya da az lehçe farkı olduğu için- Hollandaca denmiyor sanırım.

(*) Bursa'nın İskenderi dedim, adı çıkmış ama bir numarası bulunmayan birşeyle analoji kurabilmek için. Beni misafir eden arkadaşım, benim gözüm Leon'da kalınca oradan hızla uzaklaştırmıştı, varmış bir bildiği, kendisi orada hiç yememiş olsa da... Servis biraz yavaş ve özensiz. Midyeler küçük ve etsiz. Komple kerevizli kabuk getirdiler ya. Hesap daha az ama kilo hesabına vurunca Gent'deki daha ucuzdu.
(**) Wikipedia'da yazmıyor öyle birşey. Haçlıların başka ciddi nedenleri de varmış.

2010-07-22

brugge

Filmi var evet. En dandik kamerayı kullanan en amatör turistin bile düzineyle kartpostal resmi çekebileceği yer. Her yer turist kaynasa da gezmesi hoş ve huzurlu. Bir noktadan sonra üç şeye takıldım kaldım:
  • Ya eski bina bizde de var ama bir cephe bu kadar mı düzgün olur? Buraya gökten yağmur yağıyorsa bize asit mi yağıyor? Kısacası, 1400-1500'lerden kalma diye pazarlanan binaların çoğunun yeniden yapılma seviyesinde ciddi restorasyon gördüğüne inanıyorum.
  • Bir sürü suya nazır, cümle kapısı sokağa değil de kanala açılan bina var ama hiçbiri oturmalık kullanmalık gibi durmuyor. Hani bir dönem kullanıyorlardır belki, kapının önünde kayığı parketmişlerdir falan.
  • Sanatçı Resimci bolluğu: Flaman okulu diye birşey var, Van Eyck'lı, Bruegel'li.. Hatta, Salvador Dali'nin de Brugge'de kalmışlığı varmış. Dali'nin kalması belki de Brugge'ün Avrupa'nın ilk turistik yerlerinden biri olması nedeniyle. Şimdiki resimci ve sokak göstericisi bolluğuna bir anlam veremiyorum ama. Van Eyck ve Brueghel varken buraları başka diyarlarmış. Ticaret ve burjuvazi varmış, dini kesim kuvvetliymiş; resim sanatı talep edecek bir kesim varmış. Gelen geçen turisten ilham çıkmaz; turistin adını pirinç tanesine yazar yollarsınız olur biter :P
Kısacası, Brugge bir noktadan sonra Grimm Kardeşler motifli Disneyland tadı geliyor. Eski bina Belçika'nın her yerinde var. Brugge, başka içerik (alışveriş, çağdaş hayat) yönünden diğerlerine göre çok zayıf. Turiste yönelik Türk sahil kenti gibi bir yer diyerek aşağılama serimi tamamlıyorum.
Belçika'nın gezilesi şehri var, ama adı herkes için Brugge değil. Diğer gördüğüm yerleri de yazacağım hele biraz toparlayayım.
Bu arada, Brugge o kadar pahalı bir yer değil, Brüksel ve Knokke ile karşılaştırınca. Tabi en ucuz yer de değil.

Ulusal tatil

Flamanca ya da fransızcadan kelime-kelime çevirince böyle oluyor :P Belçikalı okurları -varsa- kızdıracak ama basit bir şekilde günün anlam ve önemini anlatayım:

Bilmemkaç yıl önce, Belçikalılar -Napolyon döneminde bağlandıkları- Hollanda'dan ayrılmak istemiş.. Açık olan krallık kadrosu için de Rus ordusunda generallik deneyimi olan Saksonya-Coburg-Gotha'ların Leopold'ünü çağırmışlar, 21 Temmuz'da da tahta çıkarmışlar.

Brüksel'in Atatürk Kültür Merkezi olmadığı için herşey sokak içinde oluyor. Buna, sokak içine getirilmiş F-16 dahil. Geçit töreninin olduğu cadde, Bahçeli 7 eninde. Geçit töreni öncesinde ziyaret edilebilen bir sürü devlet kuruluşu standı var, çoğu da interaktif (ama 12- yaş kitlesinin ilgisini çekecek şekilde); itfaiye hortumu kullanmak, polis köpeği gösterisi izlemek veya bina tepesinden adam kurtarmalı tatbikat izlemek mümkün. Büyükleri de sıkmamak için yeni kimlik kartlarının tanıtımı gibi şeyler var. Burada verilmek istenen mesaj tabi ki 'gelirinizin yarısını vergi olarak alıyoruz ama onlarla faydalı birşeyler yapıyoruz.' Kısacası, buranın cumhuriyet krallık bayramında dışarıda yapılabilecek birşeyler var. Bana göre, bizdeki gibi yürüyen insanları izlemekten (ya da alternatif olarak alışverişe gitmekten) daha iyi birşey. Diğer taraftan, iki 19 Mayıs'da (adı uzun olduğu için yazmadım :P) karton kaldıracam diye birer ay hayat ritmim kaymıştı. Burada insanlar, kendi işlerini sergiliyorlar, daha doğal şeyler yapıyorlar.


Bu güzel günde Belçika parlamento binasını da gezme şansım oldu. Parlamento binasından çıktığımızda tören başladı; Kral 2. Albert (resimdeki amca) halkı selamladı.
Uzun lafın kısası, bu adamları ha ayrıldı ha ayrılacak diye biliyoruz. Buna rağmen bayram kutluyorlar, sıradan vatandaş bayram kutlamaya giderse görebileceği birşeyler var. Devlet-halk ilişkisini daha sağlıklı kurmuşlar. Alalım kullanalım demiyorum... çiçek dalında güzel.

2010-07-21

Buranın nesi meşhur, nesi burnumuzun dibine kadar gelmiş

Antep'den İmam Çağdaş baklavası gelir, Bolu'dan saray helvası, Kayseri'den pastırma, Mersin'den kerebiç, Finlandiya'dan salmiaki, İsveç'den reçel, Almanya'dan marzipan… ama Belçika'dan gelebilecek birşey yok aq.  Belçika'ya ait ünlüleri hemen sayalım:

  • Pralin çikolata: Gidin x pastanesine, kız isticez vs diyin, size bir çikolata paketi yapsınlar. kutusunu da çikolata kilosundan satsınlar. Aha size Belçika çikolatasının aynısı. Buraya çikolata fiyatından kutu kakalama gelmemiş henüz. O değil de, başka tür çikolata seviyorum ben.
  • Bruges danteli: Annenizin çeyiz sandığında var benzerleri. Zaten Bruges dantelini de Çin'den yapıp getiriyorlar-mış.
  • İşleme yastık örtüsü: Bir öncekindeki gibi. Desenler farklı diye alabilirsiniz.
  • Tahta ayakkabı: burada da var. Giyilebilir olanları acayip iri, bavula sığmaz. Evet, bu konuda bir fizibilite çalışması yaptım.
  • Çizgi roman: Milliyet Çocuk alayının Türkçe versiyonlarını yayımladı. Zaten "Püsküllü ve Çilli"nin "Corinne et Jeannot" olduğu ya da "Tilki Vezir"in "Iznogoud" olduğu bilgisi google'da yok (merak ediyorsanız arayın) Türkçe isimlerinden gidip aramanız zor. Hem Flamanca mı öğreneceksiniz. Uğraşmayın böyle şeylerle.

Buraya gelmeden önce, bunun bir problem olduğunu, adamların çok kötü bir ülkeleri olduğunu düşünüyordum. Gecenin köründe yazdığım şu sıralarda, diyebilirim ki, bunların hepsini vakti zamanında o kadar iyi tanıtmışlar ve benimsetmişler ki benim jenerasyonuma hiçbiri orijinal gelmiyor.

Bunların dışında neler var:

  • Patates kızartması: Hakkat çok güzel patates kızartması yedim. Az yağlı, üstelik McDonalds-Burger King kokusu olmayanından. Türkiye'de de istiyoruz bu teknolojiyi.
  • Midye: Kerevizle soğanla haşlama/buharda pişmiş midye. Pilavının olmaması nedeniyle kontrolsüzce mideye oturacak kadar çok yenebiliyor. Önünüze gelen kocaman tencereyi bitirmek zorunda değilsiniz, arkanızdan koşarsa koşsun midyeler. 
  • Vlaamse stoofkarbonaden (Carbonade vlamande) : Birada pişmiş et. Güzel ve ucuz bir yemek. Porsiyon boyu problemi burada da var. Sanırsam burada 'bir buçuk porsiyon' gibi bir mefhum yok, direk duble porsiyonu veriyorlar. O nedenle de fiyatlar tr'nin iki katı gibi gelebilir.


Bir de şöyle bir laf var: 'Belçika bira ülkesi' diye. Evet doğrudur. Burada da iki nokta var:

  • Turist çekmek için onyüzbinmilyon çeşit bira sattığını söyleyen yer var. Efes bile satarak bunu sağlıyorlar, herhangi bir t anında orada efes var mıdır bilmiyorum, gidip orada efes ismini garsona zikrediyorsanız da devamını okumayın sayfayı da kapatın.
  • Belçika biralarının bir alkol problemi var. Alkol oranı iki haneli olunca susuzluğu gidermek veya karnı doyurmak amacıyla içemedim. Bir oturuşta da bir bardaktan fazlası fazla geliyor, çok tadım da yapamadım bu nedenle. Kötü birşey içmedim diyor, konuyu kapatıyorum.

brüksel - gidiş...

Belçika'ya gidecekseniz 'arkadaşınıza' gitmeyin. Bir tomar evrak istiyorlar. Vukuatlı nüfus kayıt örneği verdim konsolosluğa, öyle diyeyim. O kadar çok evrak vardı ki gişedeki evrak gözünden sığmadı.


Gidişte, uçağın Tuna Ovası'nın, Avusturya'nın, Bavyera'nın üzerinden uçtuğunu, Ren Nehri'ni geçtiğini görmek mümkün. Gözlemci bireye uçak yolculuğu eğlenceli birşey; arazi toplulaştırmasıdır, ekin çeşididir, bina dikme geleneğidir hepsi görülebiliyor. Hatta, Bavyera ve batısınının girintili çıkıntılı ormanlarına, aradan kıvrılan yollarla bağlı köylerine bakıp 'Kırmızı başlıklı kız da çıksa çıksa bu diyardan çıkardı' demek mümkün.

Bir THY markası olan AnadoluJet'in AtlasJet'e yaptırdığı uçuşun kaptan pilotu, bunların bir kısmını tur rehberi tadında anlattı, dili döndüğünce. THY 4 yıldızlı bir havayolu olabilir, ama THY markası olan AnadoluJet'in AtlasJet'e yaptırdığı bu sefer değildi. Yıldız işinden anlamıyom ama 5 hiç değil, 4 değil. Hatta yıldızları uçuş emniyetinden bile kırptım, sade vatandaş bilgimle.

Uçağın içindeki bir tatsız durum da gürültü idi, uçaktaki Türkçe konuşan ama Türk pasaportu olmayan güruhu hemen 'aman alamancı bunlar' diyip damgaladım kulaklığımı taktım ama gezip gördüğüm şunu da dedirtti bana: Belçika, Emirdağlıyı öpsün başına koysun. Etraftaki üstün insan ırklarından biri Emirdağlılar.

2. Dünya Savaşı sonrasındaki işgücü açığını vatandaşlarımızı alt seviye işlerde istihdam ederek çözen Belçika, taşıma suyla değirmen döndürmeyi alışkanlığa bağlamış. Bizimkiler daha iyi işlere terfi ettiğindendir belki,  oradan buradan şuradan gelen adamları toplamış çalıştırıyor. Bunların bir kısmı (örn. Mağripliler) zor insanlar, banliyö trenindeki gürültülerini duyduktan sonra uçakta yaşadıklarımı tatsız olarak adlandırmıyorum. Etraftaki bu çeşitlilik, vize için verdiğim anlamsız evrak yığınını anlamlı hale getiriyor, hatta eksiklikler bile buluyor. Belçikalının kendisinde de var işsiz güçsüz evsiz barksız etrafta gezinen adam; filtre mekanizması dışarıdaki aylağı uzak tutsa da içerideki aylak için bir çözüm bulunamamış. En azından Mağripli -alt sınıf da olsa- bir işte çalışıyor, sistemin içinde. Sistemin asalağı değil.