2015-08-23

Malta'da yüzüp güneşlenme


Türkiye’den buraya sadece bu iş için gelmeyin. Hayal kırıklığına uğrarsınız. Küçük, temiz ve dalgasız koylar var -üstteki resimde görünen Mellieha'daki Malta'nın en uzun plajı gibi- , ancak şezlong kirası 2.50, şemsiye kirası 4.50. ...euro. Şezlongsuz şemsiyesiz kendi istediğiniz yerde oturabiliyorsunuz bu alan da şezlonglu alan da balık istifi. Yarı çıplak halinizle iki karış ötenizde yabancı istemiyorsanız size göre değil diyip durumu özetleyeyim.  Gürültülü İtalyan turistler veya Pazar günü kayınvalideli-bacanaklı aile oturmasını sahilde yapan, bu sırada da görece büyük bir alana sandalyelerini yayan Maltalılar sahilde görebileceğiniz insanlardan örnekler.

Denize girmek istiyorsanız denize uzak olmayan bir yerde kalmakta fayda var, zira denize giden ve dönen otobüs hatları çok dolu olabiliyor. Uzak olmayan derken dibinde demek istiyorum, Mellieha'da gördüğümüz kadarıyla plaja dönüş saatinde otobüs ilk duraktan doluyor.

İlginçtir şehir içinde dahi deniz temiz, insan atığı yok. Bu durumun diğer bir nedeni de açıktaki akıntıların koyları temizlemesi olabilir çünkü koylarda yosunlanma da pek yok, tekneyle (tura gittik de) koydan çıkınca dalgası sert bir deniz var. Öte yandan denizin üstü tekne kaynıyor, bu da ayrı bir kirlilik tipi. (bkz: Resimde St. Paul koyu) Ufku açık denizde yüzme hissi olmuyor, ufku kapatan teknelerin neden olduğu bir klostrofobi söz konusu. Google Earth’deki resimler an itibariyle eski. O koylar nasıl tekne dolu bir bilseniz…

Malta'yı gezip-görme


Google’da arayıp bu blog’a kadar geldiyseniz, Hospitalier Şövalyeleri’ni, ve Malta turizminin belkemiği Osmanlı’nın başarısız Malta kuşatmasını okumuşsunuzdur. Okumadıysanız tıklayıp okuyun, Internet’de bir kopya da ben yazmamış olayım. 

Başka yer için yapmazdım ama burada müze veya kilise gezmeyeni ayıplamayacağım. Parasıyla girilen tarihi yerlerde klima yok, hava sıcak. Çok fazla tarihi eser de yok. Bunun iki temel nedeni var:

  1. Çeşit çeşit insanın geçip gittiği bu yerlere gelen, yerine geldiğinin eserlerini büyük ölçüde yok etmiş, dönüştürmemiş bile. Bu nedenle kalan şeyler 1560 sonrasının şeyleridir diyebiliriz. Roma döneminden birşey kalmamış olmasını boşverdim, burada bir dönem Mağripliler hüküm sürmüş ama 20. yüzyıl öncesi cami yok bildiğim kadarıyla.
  2. Mısır’a giderken Afyon yerine Malta’da mola verip adayı alan Napolyon’un birçok değerli şeyi alıp Fransa’ya götürmüş olması. İki yıldan kısa bir süre şövalye tarikatına giren Caravaggio’nun birkaç parça tablosu dışında ünlü bir eser yok, birkaç istisna dışında estetik anlayışıma uygun eser yok.

Malta tarihinin ikinci anlatılan şeysi, 2. Dünya Savaşı. Kıvrak diplomasiyle dışarıdan seyrettiğimiz bu savaş konusunda empati kuramıyorum, o devirden kalıp sergilenenleri de takdir edemedim. İlgiliyseniz takdir edersiniz diyip konuyu kapatıyorum.

%98’i katolik Malta’nın üçüncü anılan tarihi anı, Papa 2. Jean Paul’ün adayı ziyareti. Gittiğimiz iki kilisede zemin mermerine kocaman kazılı olarak görme fırsatımız oldu. Kiliseler tarz olarak birbirinden çok farklı değil, ancak bir yortu olduğunda farklı birşeyler görme imkanı olabiliyor. Bunu İspanya-İtalya görmemiş biri olarak yazıyorum, belki orada daha şatafatlı kutlamalar oluyordur.



Son bir pazarlanası konu ise Malta’nın işgücü fiyatı-erişilebilirlik-doğa ağırlıklı toplamında iyi bir yerde olması nedeniyle birçok filmin çekimine ev sahipliği yapmış olması. Başrole Robin Williams’ı aldığı halde IMDB puanı 5.x seviyesinde çakılıp kalmış Temel Reis filminin seti aşırı reklamı yapılan bir park. Gitmedim görmedim. Öte yandan, Gladyatör ve Game of Thrones’da kendine yer edinmiş Azure Window’u görmek için Game of Thrones hayranı olmaya gerek yok.

Sokakları dar bir ülke burası. 24 veya 28 mm zoom yapabilen bir makine ile gelin, bizim gördüğümüz tipler gibi tele objektiflerle aptal aptal gezinmeyin. Öte yandan, hepsi bir örnek gibi sarı-beyaz taştan yapılma binalar ışığı çok yansıtıyor, yarısı gölge yarısı güneş yerlerde düzgün birşeyler denk getirmek imkansız. Gelmeden paraya kıyın iyisinden bir polarize filtre alın. Sanatsal çalışmak istiyorsanız kapı ve kapı numaraları objektifiniz için birer hedef olabilir zira Malta'da kapı ve kapı önündeki bina veya aile ismini taşıyan tabelalar hepsi aynı renk taştan ibaret binaları ayıran şeyler, denir ki geçmişte okuma-yazma bilmeyen gemi tayfaları gidecekleri yeri renkli-şekilli kapısından ayırt ederlermiş. Günümüzde beton-laşmamış ama taş-laşmış Malta adasında binaları birbirinden ayıran, gördüğümüz dünyaya renk katan şeyler kapılar.

Malta'dan alınabilecek şeyler kısıtlı. Tahmin ettiğiniz üzere bir Made in China meselesi var, malta haçı temalı şeyler de ülkemizde bir yere kadar beğenilecek şeyler. Güzelinden, Trabzon işine benzer telkari gümüş var, adada mı yapılıyor yoksa Trabzon'da fason mu yaptırıyorlar bilmiyorum. Gıda maddeleri konusunda çok dikkatli olun, zira almak istediğiniz şeyden çok başka bir şeyi anlamsız bir fiyata alıyor olabilirsiniz:

  • Malta şarabı: Göreceğiniz üzere ada çok verimli değil, bu nedenle deniyor ki dışarıdan gelen üzümlerden de şarap yapılıyor. D.O.K.(*) olmayan bir şeyi bavula koyup kendinizi hamal etmeyin.
  • Malta balı: Rivayete göre Malta'nın adı -adaya endemik arı ırklarının yaptığı gibi- Eski Yunan dilindeki "bal" kelimesinden geliyormuş. "EU ve EU dışı ballardan harmanlanmıştır" yazan baldan almamış olsak da aldığımız kavanozda ne olduğunu biz de bilmiyoruz.
  • Malta peyniri: Salamurası yapılmış lor-ricotta benzeri bir peynir. Turla gittiğiniz yerde camembert fiyatına satılıyor olabilir, ederi o değil.
  • Diğer malta gıdası: Hamur işlerindeki alkole-domuz yağı şeysine takılmadınız diye varsaysak bile paketlisinden alacağınız imqaret, tazesinden bambaşka birşey, para harcamayın. Öte yandan sıcak sıcak imqaret lezzetli bir şey, anasonlu ve hurmalı yapın afiyetle yiyin.
(*) Denominazzjoni ta’ Oriġini Kontrollata, İtalyan DOC gibi birşey.

Gör(e)mediğim Malta hakkında işkembeden yorumlar


Dil okulu turizmi çok ilginç, başlı başına sosyal bilimlere inceleme konusu. Malta'ya giderken uçakta yanımda oturan Brezilyalı orta yaşlı ve kendini “çiftçi” olarak tanımlayan, bana göre alternatif toprak ağası abi Malta’da kurstaymış, İzmir-İstanbul görüp dönüyormuş. Pasaport sırasında da dil öğrencisi olduğunu bir şekil belli eden adamlar vardı etrafta. Dil öğretme teknolojisi çok ileri olan İngilizceyi öğrenmek için yurt dışına çıkmaya gerek olmadığını düşünüyorum, hele ki bu devirde. Olan biten komple tatlı hayat. Kendi gördüğüm kadarıyla söyleyeyim, Malta’da tonlaması kötü, telaffuzu Arabi bir İngilizce konuşuluyor. Demiyorum ki çok kötüler ama bazı bazı önemli bir şeyi geçiştirmişler gibi bir tekinsiz his veriyorlar. 

İngilizce burada lingua franca, insanlar fırsatını bulduklarında "daha rahat" -veya yabancının anlamayacağı- dile dönüveriyorlar; tur rehberinin bir -Maltaca'da da kullanılan bir kelime olarak- hanutsal durumu olursa hemen Maltacadan kaptırıp gidiyor. Daha rahat dil, her zaman Maltaca değil. Oteldeki garsonlar kendi aralarında “Yugoslavca”, Valetta’da gittiğimiz bir kafenin -g.tü gösteren siyah taytı üniforma yapan- garson kızları Slovakça konuşuyordu. Ne iş yaptıklarını bilmediğim zenci bir topluluk nece olduğunu çıkaramayacağım bir Afrika dili konuşuyordu. Plajdaki cankurtaran, çevresine çadırı havluyu atan soydaşlarıyla Sırpça konuşuyordu.

Sahildeki balık masajı dükkanını işleten Üsküplü Bobi (Slobodan) ve kızı Maria ile bir miktar konuşma fırsatımız oldu. Bobi’ye göre dörtyüz binlik Malta’da Yugoslav ülkelerinden gelme 10.000’in üzerinde kişi var.  Bu arada Bobi’nin Türkçesi fena değil, kızı küçümsese de Bobi’yi götürüp Çorum’a bıraksan yolunu bulur. 

Sözün özü, turist için etnik Maltalı her zaman muhatap olunan bir insan değil, zaten Maltalı göze batan bir insan türü de değil, her çeşidi var. Ortalama bir tip istiyorsanız şöyle tarif edeyim; bizim Ortadoğu Anadolu’nun güneşten kavruk ve tıknaz bir figürünü canlandırın kafanızda, arada bir Arabi bir yeşil göz ilave edin.

Şoförün milletin efendisi olduğu yer: Malta

Malta hakkında çok yazacak şey yok gibi görünüyor, çok da dert değil. Buraya gelme nedenlerimizden biri Akdeniz tipi tembel tatil yapmak. Güneşte yat, iki kulaç at yüz, açık büfe yemek ye döngüsünden çıktığımız anları yazıyorum.

Malta bir otobüs ülkesi. Otobüs şoförleri fazla tepkili insanlar. İlk beş otobüse binişimin ikisinde otobüs şoförü bana, ikisinde de başkasına ayar verdi. Öte yandan bu durum adamların kezbanlıklarından çok maruz kaldıkları şartlardan kaynaklanıyor olmalı; Malta’nın yolları kaymak asfalt değil, virajsız hiç değil. Duble yol, arada bir çıkan bir ferahlık, geneli soldan akan çift yön trafik. Yolda bazı yerlere iki otobüs sığmıyor. Hatlar uzun, Valletta’dan bizi köyümüze bırakan otobüs devam edip neredeyse bir buçuk saatlik hattını tamamlıyor. Bir elle para sayıp diğer elle vites değiştirirken cep telefonuyla duraktaki arkadaşını arayıp göz ucuyla da yolcuyu süzen ülkemiz dolmuşçuluğunun bilgisayar oyununa dönüştürülebilecek potansiyeli olduğunu düşünen biri olarak Malta otobüsçülüğünde de aynı potansiyeli görüyorum. Şanzımanı-klimayı yakmadan ve otobüsü devirmeden, tali yoldan zırt diye çıkan acar taksicilerle mücadele ederek(*) hattı tabelada yazan sürede bitirmeye çalışma bir oyun olabilir.

Şoför-yolcu ilişkisinin içinde bir miktar muhtaçlık da var; her ne kadar sokaklar park etmiş arabalarla dolup taşıyorsa da yerlilerin o kadar çok arabası olmadığı gibi turistin araba kiralaması -bahsettiğim yol şartlarından dolayı- çok “hayırlı” değil, bundan dolayı şoför üst-insan, istediği gibi lagaluga edebiliyor. Bu arada, üçüncü günün sonunda otomatik vites araba görebilmiş değilim.

Internette gördüğümüz 7 günlük kart, gavurun dilindeki tabirle vaporware çıktı. Her biniş için 2 euro verdik. Otobüsler oldukça dakik, ancak ara durakta iseniz dolu otobüs “hadi sonrakine binersin” yapabiliyor. Bir ağustos öğleden sonrasında güneşinin altında duymak istemeyeceğiniz bir cümle bu.

(*) Burası Schengen olabilir ama en az bizim kadar Akdenizli bir ülke. Ters yönden işleme durumu haricinde Adanalılar trafiği garipsemeyecektir.