2012-04-04

washington, dc

Eyalet olan Washington'dan farklı olması için böyle bir şekilde adlandırılıyor başkent Washington. Şehir, adını ABD'nin 1. başkanı George Washington'dan almış, Georgetown limanının yanına sıfırdan kurmuşlar.(*) Dönemin İngiliz kralının III. George olması nedeniyle bu ismi başkente yakıştıramamışlar herhal. Kendi çapında bir eyalet içinde bir başkent burası; nasıl J.R. Ewing'in JR'ı "John Ross" ise DC de "District of Columbia" demek.

Neyse, Washington hakkında bu kadar ontoloji normal okura fazla diyor, orada ne gördüm anlatıyorum. Akşam üstü konferans çıkışı gidip görme denemem haricinde orada ne gördüysem New York dönüşü 8 saat boyunca gördüm. Doğru yanlış özetleyeyeim:

New York'dan başlayan 3.5 saatlik bir tren yolculuğu sonrası bambaşka bir diyara gelinebiliyor. Burası New York ile siyah-beyaz kadar zıt bir yer; müzeler bedava, şehir bir yere sıkışmadan yayılmış ve her yer tarifsiz temiz. Evet, incik-boncukla alınan özel teşebbüs girişimi bir ada ile sıfırdan planlı devlet yatırımı. Ha, New York da sonradan planlanmış ama olsun, başlangıç önemli. Kötü kısmına gelirsek, binaların hemen hemen hepsi Kızılay'ın dağıttığı aynı granitten yapılma, ya Paris'le Hong Kong'la kıyas olmaz zaten, New York ile kıyasladığımda  daha çirkinler. Uzun lafın kısası, National Mall -ya da külliyen yanlış çevirisiyle Ulusal Alışveriş Merkezi- dışında bi halt yok Washington'da.

National Mall denen bölge, sırt çantasının ağırlığını ve ayaklara inen kara suları hissettiren büyüklükte bir bölge. Burada Smithsonian'ın birkaç müzesi var. Metropolitan'la kıyaslandığında -ikisi hariç- sinek avlıyorlar. Bu iki müzeden biri Doğa Tarihi Müzesi (dinozorlar), diğeri de Havacılık ve Uzay Müzesi (astronotlar). Evet, müşterilerin çoğu çocuk, müzeler de eğitici şekilde hazırlanmış, o nedenle de bu iki müzeye kaos hakim.

Müzelerin içinde bulunduğu park, sincapların cirit attığı, Japonlar tarafından hediye edilen kiraz ağaçlarını da barındıran çok güzel bir yer.

Onun dışında... Havaalanı bir distopya, Eero Saarinen işi ana terminal binası Terminator 4 film seti olabilecek kıvamda bir yer. Türkiye'den gelişte hayatımda görmediğim göremeyeceğim bir havaalanı otobüsü kullandık, onun dışında bildiğiniz havaaalanı işte; Esenboğa kıvamında yoğunluğa sahip.

(*) Sıfırdan dediysem de bir Brasilia değil tabi ki. Orayı yerinde inceleme şansım şimdilik yok maalesef :P

2012-04-02

new york - devam





 Burası pahalı bir yer. Times Square yakınındaki Scientology kilisesinin iki yanındaki oteldeki İkibuçuk tek kişilik yatak büyüklüğündeki odamıza, East Hong Kong'daki fantastik odadan fazla ödedik diyeyim. "The city that never sleeps" aslında sizi uyutmamaya çalışan şehir anlamına geliyor. Horoz sesiyle mi uyanmayı bekliyorduk, hayır ama fore kazık makinesi de çok sert bir uyanma şekli.

Pahalılık restoranda ve müzede peşinizi bırakmıyor. Isınma ve tuvalet için bunlardan en az biri şart, çünkü ööyle umumi tuvalet yok etrafta. Ucuz lokantaların tuvaletleri de gayrisıhhi ötesi; mesela Times Square'deki sbarro'ya yemek için gidin ama tuvalet için gitmeyin. Böyle bir nedenle İlk günümüzde kişi başı onbeş dolara "tuvalete gitmek" durumunda kaldık.

Müzeler yirmi dolardan başlıyor. Sabredebilen arkadaşlar için her cuma akşamı MoMA beleş. Biz müze hakkımızı Metropolitan Müzesi'nde kullandık. Müze hakkımızı diyorum çünkü dünyanın her bir yerinden getirilmiş bu eserleri art arda görmek insan beynini çok yoruyor. Eski Yunan ve Roma dönemi bölümünü ve Orta Doğu bölümünü "biz bunları görmüşüzdür" diyerek baştan eledik. Avrupa sanatı kısmında çok oyalanmadık. Yine de Uzak Doğu bölümünü görecek enerjimiz kalmadı. Toplamda beş saat kadar müzede kalmışız, o yağmurlu günde insani ihtiyaçları karşılamak için en iyi yol oldu. Gezmekten ayaklarımız biraz ağrıdı ama olsun.

Müzeden çıkınca müzenin muhitinde yemek yerleri var, ancak biraz pahalı görünüyorlardı. Chinatown'a gittik bu nedenle. Plastik çubuk veren (evet tek kullanımlık tahta çubuk değil!) ve Kantonca konuşulan bir lokantada yemeğimizi yedik, ama bu bölgedeki tek böyle lokanta burası değildir diye düşünüyorum. Alışveriş için de mükemmel bir yer.

Diğer bir turistik mekan olan Özgürlük Anıtı'na giden teknelerin pazar günleri çalışmadığını söylüyordu wikitravel, biz de B planı olarak Staten Island feribotunu kullanarak gittik. Başka bir şekilde anıtın bulunduğu adaya ulaşım varmış, ama Staten Island feribotu gibi bedava olduğunu sanmıyorum. Alemin tek akıllısı da biz değilmişiz. Feribota mahşeri bir kalabalık bindi ve tekne sancak tarafına doğru eğimli bir şekilde yoluna devam etti. Mübağla falan yok arkadaşım, tekne (turistlerin anıtı izlemek için dışarı dizilmesi nedeniyle) yan yata yata gidiyor. İskeleye yanaşınca da güruhun büyük kısmı dönüş teknesine yöneldi.

new york - büyük elma





Gördüğü her el memleketi hakkında atıp tutan yazarınız burası hakkında birşeyler yazacak şimdi. Ancak burayı anlaması pek kolay değil, o nedenle çok doğru tespitlerim olmayabilir. Şimdiden söyleyeyim. İngilizce'de "acquired taste" diye bir tanımlama var, öyle yaradılıştan da ya küçüklükten beri maruz kalmaktan alışılmış (ve tahammül edilebilen) şeyler için kullanılıyor. (Örn: salmiakki) New York da böyle bir acquired taste işte. Biz beğenmedik ama beğenenleri de kınamıyoruz.

İzlediğiniz New York dizilerinin çoğu yalan dolan ile dolu. New York'u gezen turist tiplemesi hiçbirinde yok, -Manhattan özelinde konuşursak, ki sadece orayı gördük- oysa ki burası Sultanahmet gibi bir yer, turistten geçilmiyor. SLR fotoğraf makinelerini New York Kızılayı dağıtıyor sanırım, ancak nereden dağıtıldığını biz bulamadık. Teleobjektifler de aynı Kızılay şubesi tarafından dağıtılıyor sanırım, ama buraya gereken şey, geniş açı objektif; özellikle şehrin aşağı kesimlerinde binaların birkaç katından ötesi kadraja sığmıyor. Öte yandan, 150 metreden yüksek bina sayısı olarak baktığınızda burası dünyanın birincisi değil, 226 bina ile Hong Kong'un 55 bina gerisinde. Hong Kong'dakinin aksine, 10-15 kattan yüksek binaların çoğunluğu estetik yoksunu, kutu kutu binalar. Daha alçak olan binaların çoğu da eski, içi nasıldır bilemeyiz ama dıştan özenle süslenmiş gibiler. Süsler eski püskü olmuş o kadar zaman içinde.

Times Square, koyunların az olduğu bir yerde bir keçi olarak "meydan" sıfatını almış. İki cadde arası tuhaf bir yer. Union Square, diğer taraftan tam bir meydan, mesela. ABD insanının tam bir mozayik olması nedeniyle kim nereden Times Square'e gelmiş anlaşılmıyor. Ancak, içimden bir ses kalabalığın çoğunun ABD taşrasından "şehir" görmeye geldiğini söylüyor. Yaw biz böyle davranmıyoruz İstanbul'a yolumuz düştüğünde. Telefon alan kodu da aynı ya, her noktada İstanbul ile karşılaştırıyorum.

Buranın taşı toprağı altın. Emlak fiyatlarının yüksek olması bir yana, Times Square'de kırmızı peluş kıyafetle gezinmekten başka bir iş yapmadan ekmek parası kazanılabiliyor. Öte yandan Almanya'nın acı vatanlığı kalmamış, buranın yanında baba evi kalır. Bedensel sıkıntıları olduğu halde bedensel çalışma gereken işleri yapan insanları görebiliyorsunuz. Öte yandan, gelirin üst limiti yok. Öyle işte.

Bu kadar kişi aynı yerde bu kadar uzun süredir yaşadığında eşyanın tabiatı gereği olacağı kadar kirli bir yer New York. Kibar ve anlayışlı bir şekilde yazdım hijyen seviyesini, anladınız. Turist işi düşük fiyatlı yemeklerin hijyen seviyesi ise apayrı bir konu, şu şehirde beslendim ya, artık Hong Kong'a bir daha gidersem sokakta kızartılan sakatattan yiyebileceğimi düşünüyorum. Metro ızgaralarından yükselen sıcak ve kokulu hava ve filmlerden gördüğümüz kanalizasyondan çıkan buhar, gerçek şeyler. Ninja Kaplumbağalar yalan. Gerçek de olabilirler mi diye arada düşündürüyor bir yandan da.

Metro da pek temiz değil, hatta bazen korkutucu. Times Square ve Penn Station haricinde yürüyen merdiven görmedik. Times Square'dekinde de "bu yürüyen merdiven size xxx yyy şirketi tarafından sağlanmıştır" gibi bir sponsor ilanı vardı. Washington'un metrosundaki 'disabled' kişiler için konan ve genelde 150+ kiloluk kişilerin kullandığı kapılardan da burada yok, bavulla metroya girebilmek için şekilden şekile girdik. Böyle bir yapay seleksiyon sayesinde ultra-obez sayısı görece az. New York belediyesi de yemeklerin kalorisinin menülerde yazılmasını zorunlu tutmuş, herhal metroya ek yapmamak için, çünkü büyük kütleli insan için tek zor nokta metroya giriş değil. Bekleme platformları bazı yerlerde iki insan eninde, abartmıyorum, yarısı da sarı çizgili alana tekabül ediyor. Tüm bunlara rağmen buranın metrosu süper, şehrin içindeki -uzak ara- en hızlı ulaşım aracı. Yüzeyde trafık İstanbul'u hatırlatıyor. Işık ihlali münferit bir olay değil ve yayalara has bir davranış da değil, aman dikkat. Buna rağmen bisiklet kiralama imkan dahilinde. O bisikletlerle nerede gezilebiliyor, çözemedim ama.