2012-03-31

amerikan restoranı

Yine yazıyorum yediğim birkaç yemekten genelleyerek:
Nasıl Japon mutfağının temeli pirinç ve Türk mutfağının temeli ekmek ise Amerikan mutfağının temeli buz. Evet, katı halde H2O parçacıkları, yanlış anlaşılma olmadı. Lokantada su bedava, ama bir dolu bardaktan yarım bardak sıvı çıkıyor. O yarım bardağı tükettikten sonra garson tekrar doldurduğunda çeyrek bardak sıvı oluyor bardakta. Boğazımız hala sağlam, maşşallah.

Filmlerde görülen ilgili ve samimi garson figürü gerçeğe oldukça yakın. Garson, yemeği getirdikten sonra bir daha gelip "Nasıl, beğendiniz mi?" diye tekrar sorarak bir kalite güvence sistemi bileşeni olarak da çalışıyor. Yemeklerin genelde çok tuzlu ve meşrubatın çok soğuk tutulması vasıtasıyla yemeği hazırlayan kesim, "müşteri odaklı" kaliteyi garanti altına alıyor; malzemeler bayat ve oranlar hatalı olabilir ama bol sirkeli sıcak sıvıyı çorba niyetine içip, tuzlu şeyi yiyip üstüne de buz gibi şeyi içiyorsunuz işte, birşey anlaşılmıyor.


Bunun bir istisnası, Reston'da gittiğimiz Tex-Mex mekan oldu. Garsonun önerisi üzerine üstteki gibi birşey aldık. Resim kötü ama anladınız sanırım; yeterince garnitürün yanında bol miktarda ızgara kırmızı et, tavuk ve bir de ıstakoz kuyruğu (evet, öyle) var. Öncesinde de bir cips ve peynir geldi; taze kızartılmış sıcak sıcak mısır cipsiydi. Şu yanda görülen şeyi yedim, artık paketten cips yiyemem sanırım, evde mısır unundan cips yapmayı deneyeceğim üç vakte. Toplamda, Türkiye'de bile bu boy ve performansta bir yemek için makul gelebilecek bir fiyat ödedik. İnsanın görüş açısını iki katına çıkaran bir yemek oldu. Evet, servis aldık.

Öte yandan, hesabı okurken dikkat etmekte fayda var. Bazı kalite kontrol süreci elemanları kendilerine bir hizmet bedeli biçiyorlar, büyük rakkamın içine bunu sokuyorlar. Bazı yerlerde ise böyle bir durum yok, ama gerçek bir servis alınıyor. Paranın üstünü bir kere istediğimizde "Bozuk paraya mı ihtiyacınız var?" sorusuyla karşılaştık. Kutu ayranınızı sizin için açıp yoktan servis var eden garson burada yok, ama anlamsız şeyler için anlamsız para isteyen garson var.

Amerikan süpermarketinde ise yok yok. Gittik gördük. Keşke bi seyyar elektrikli ocak getirip burada pişirseydik yemeklerimizi.

2012-03-30

stephen f. udvar-hazy center (müze)


Kaldığım yerin sıkıntısı, Washington'a biraz uzak olması idi; toplu ulaşımla şehir merkezine gitmek bir saatten fazla sürüyor. Taksi ise yaklaşık yetmiş dolar imiş. Şehir merkezindeki görülecek yerler ise saat beşte kapanıyor. Hal böyle olunca müze görmeye fırsatım olmamıştı.
Dün, havaalanının yanındaki Stephen F. Udvar-Hazy Center'a gittim. Şehir merkezindeki Smithsonian'ın bir şubesi. Şehir merkezindeki havacılık ve uzay müzesine sığmayan şeyleri, daha geniş yer olduğu için buraya koymuşlar. Yer bol dediysem de yanlış anlaşılmasın, gösterilen uçakların balık istifi durduğu bir yer burası. Uzay mekiği Enterprise, Enola Gay, Concorde ve Boeing 707 var mesela. Büyük hava araçları kadraja tam girmiyor, girse de kolon-kiriş-merdiven birşey araya giriyor. Fotoğraflaması zor, izlemesi keyifli.

Washington'ın en önemli özelliği, gezmeye değer yerlerin bedava olması. Bakın koyu harflerle üstüne basa basa yazdım, zira New York'daki popüler müzeler kelle başı 25 dolarcık. Bu müze gezimi ederinin iki katına, yani iki dolara malettim: Otelin havaalanına ücretsiz ulaşımı ile havaalanına gidip oradan müzeye 0.50 dolara giden otobüse bindim; otobüs 'bozuk yok' sistemiyle çalışıyor turistlerden birşeyler kapabilmek için. Ha, otobüs dediğime bakmayın, İngilizce'deki 'bus'ı çevirirken bir hata oldu; böyle küçük bir kamyonun kasasını yaptırmışlar olmuş. Filipinler'e tutup götürseniz jeepney denebilir mesela. Neyse, koyunun olmadığı yerde bu keçi kardeşin adı otobüs.

2012-03-29

amerikan dili (edebiyatsız)

Yine gördüğüm şu küçük ABD kasabası üzerinden anlatıyorum tüm ülkeyi:

Bildiğimiz üzere Amerikalı çeşit çeşit. Eski devirde olsa "Indian", "Colored", "Eskimo" diyorlarmış. Şimdi ayıp böyle demek. African American var, Hispanic American var, var oğlu var. Gördüğüm kadarıyla Hong Kong'dan daha çok, Sultanahmet ile başabaş kozmopolitlikte bir yer burası.
House ya da Big Bang Theory'de duyduğumuzdan biraz farklı olarak, ama The Wire'dakinin tıpkısının aynısı bir şekilde, Amerikan İngilizcesi -sokakta duyduğum kadarıyla- estetik yoksunu ve gevelemeye dayalı bir dil. Hatta konferans ortamında açılış konuşmasını yapan bir abi vardı ki, Yalan Dünya'nın Nurhayat'ı gibiydi ya, bir saat adama altyazısız maruz kaldım.. Hani İngilizcem de çok kötü değildir diye bilirim, dünyanın çeşitli yerlerinde insanlarla anlaşabilmemi, onları ciddi ortamlarda dinleyebilmemi sağladı. Lagalugaya dayalı Kantonca ile başabaş bu duyduğum mırmıra dayalı Amerikan İngilizcesi.

Bu bahsettiğim sıkıntıdandır belki(?), İspanyolca oldukça popüler bir dil. Toplu taşıma araçlarında İspanyolca uyarılar hemen İngilizce versiyonlarının yanında. Hizmet sektörünün "Afrikalı Amerikan" olmayan kısmının büyük çoğunluğu bu dili kullanıyor kendi arasında.

Diğer taraftan, yolda arabayla gitmek ya da motorlu taşıt dışında bir cezai müeyyide görmemek için İngilizce bilmek şart. Kaçak ya da lisanslı kullandığınız hemen hemen tüm yazılımın çıktığı yer olmasına rağmen, piktogram kullanma geleneği olmayan, kullanıcı arayüzü tasarlama konusunda  problemli bir yer burası. Bu arada, yandaki diyagramda iki şey bizim önsezimize ters: Birincisi, karşıdan karşıya geçmek için, normalde bastığımız düğmeye değil yanındaki düğmeye basıyoruz. İkinci olarak da arabalar ve yayalar kırmızı ışıkta duruyor, arabalar yeşilde geçiyor, yayalar beyazda geçiyor.

2012-03-27

gördüğüm kadarıyla amerikan ölçü ve beğeni sistemi

Burada bulunma sebebim nedeniyle bulunduğum dizi seti kılıklı yerden ayrılıp başka yerler gezemiyorum şu an için, burada gördüğüm kadarını yazayım:

An itibariyle, Birleşmiş Milletler üyesi 193 ülke var. An itibariyle metrik sistemi kendi yerel arşın-okka-endaze sisteminin yerine kullanmamaya direnen üç ülke var; Liberya, Myanmar ve ABD. Bu nedenle burada uzaklıklar mil ile, ağırlıklar pound ile.

Belki bu nedenle, belki de başka nedenlerle ABD oranlarında bir oransızlık var. Hayır, burada anmayacağım halkının kilo sorununu. A4'ün de içinde bulunduğu, katlanınca A(n+1) olan kağıt sistemini benimsemeyip "altın oran" kağıdı legal'i kullanan ABD insanı, arabada ve binada orantıyı tutturamamış bence. Oteldeki yatağın eni ve boyunun tuhaflığı kadar yüksekliği de anlamsız. Bu anlamsız yüksek yatağın üstünden tavan ilginç bir şekilde basık duruyor. Klozetler ve klozetlerin üstündeki Sloan marka tuhaf sifon tertibatı anlamsız büyük. Ülkemizde bunun eşdeğeri olan şeyi dışarıda görmüyoruz bile. The Wall Street Journal, içerik olarak iyi hoş ama en ve boy oranı olarak tuvalet kağıdını çağrıştırıyor. Öte yandan, toplu taşıma araçlarında okumak için uygun bir oran olabilir bu oran.

Pasta ve çöreklerde ilginç bir yağ kokusu var. Bu uçakta verilen yemeklerin (THY'nin özbeöz Türk yemeği de olsa) hepsinin bir tuhaf baharat kokusu vardır ya, yemekler -ve bazen otelin içi-  öyle kokuyor. Sanki uçaktan hiç inmemişim gibi. Belki de tüm havayolu dünyası ABD insanı evinde hissetsin diye çalışıyor, hani aynı Simpsons'ın ilgili bölümündeki gibi.

Son olarak, otelde bizim fişlerin girebileceği bir priz yok. Tamam, bunun bir standardı yok ama bulunduğumuz otelin kıratındaki diğer otellerde en azından tıraş makinesi için evrensel bir priz oluyordu. Adaptör setimizi aldık. Artık Avustralya'ya bile gitsek problem olmayacak bu konuda.

reston

İşsel nedenlerle gittiğim ABD'nin tütünüyle bildiğimiz Virginia eyaletinin Reston kasabasından bildiriyorum. Kasaba dedim ama kasaba falan değil, belli bir arazideki evler ve şehir merkezi süsü verilmiş bir açık hava alışveriş merkezinden oluşuyor burası; belediyelik değil imiş. Yolları parkları "site yönetimi" tarafından toplanan paralarla yaptırıyorlarmış. Evler büyük, bulundukları muhitler Desparate Housewives dizisini hatırlatıyor. BarakHüseyin abinin rezidansının iki-üç blok ötesinde 'evsize bozuk para' nidaları yükselen ABD başşehrini gördükten sonra iyice bir gerçek dışı buldum bu kasabayı. Şu ana kadar gördüğüm diğer iki ABD şehri (DC ve Disneyland Paris) içinde en çok Disneyland Paris'e benziyor.

Şaka bir yana, burada bol miktarda bilişim firması var. Veritabancı, antivirüsçü, sayısal sertifikacı ve danışmanlıkçı, ana cadde üzerinde Apple store hesabı küçük dükkanlar değil; 10+ katlı merkezleri var hepsinin. Sanırım Washington yakını bu yerde devlet işleri için destek atıyorlar, geliştirme üssü olmayabilirler.

ABD, tarihsel nedenlerle uçak yolcusuna paranoid zulmeden bir ülkedir denir. Giderken, buna ülkesi sınırları dışında başladığını gördük. İstanbul'da iç hatlardan dış hatlara giderken biri "ABD, Kanada ve İngiltere'ye gidecek yolcular şuraya uğrasın" diye sesleniyor. Bu bankoda özel bir Türk şirketinin iki ayrı çalışanı "Niye gidiyorsunuz, vizeniz var mı, nerede kalacaksınız" tadında sorular soruyor. Aynı Türk şirketinin uçak kapısı önündeki iki ayrı çalışanı da soruları tekrarlıyor, "Bavulunuzdaki eşyalar sizin mi, bavulunuz hep gözünüzün önünde miydi?" diye soruyor. Evet, gözümüzün önündeydi, kimse birşey koymamıştır diye düşünüyoruz ve diyoruz. Fekat buraya gelirken açmışlar bavulumuzun birini, almaya değer birşey bulamamışlar neyse ki. Diğer bavul da kırılmış. (Öyle böyle değil, kenarı köşesi değil.) Giderken ne yaşayacağız bakalım. Hayırlısı.