2012-04-02

new york - büyük elma





Gördüğü her el memleketi hakkında atıp tutan yazarınız burası hakkında birşeyler yazacak şimdi. Ancak burayı anlaması pek kolay değil, o nedenle çok doğru tespitlerim olmayabilir. Şimdiden söyleyeyim. İngilizce'de "acquired taste" diye bir tanımlama var, öyle yaradılıştan da ya küçüklükten beri maruz kalmaktan alışılmış (ve tahammül edilebilen) şeyler için kullanılıyor. (Örn: salmiakki) New York da böyle bir acquired taste işte. Biz beğenmedik ama beğenenleri de kınamıyoruz.

İzlediğiniz New York dizilerinin çoğu yalan dolan ile dolu. New York'u gezen turist tiplemesi hiçbirinde yok, -Manhattan özelinde konuşursak, ki sadece orayı gördük- oysa ki burası Sultanahmet gibi bir yer, turistten geçilmiyor. SLR fotoğraf makinelerini New York Kızılayı dağıtıyor sanırım, ancak nereden dağıtıldığını biz bulamadık. Teleobjektifler de aynı Kızılay şubesi tarafından dağıtılıyor sanırım, ama buraya gereken şey, geniş açı objektif; özellikle şehrin aşağı kesimlerinde binaların birkaç katından ötesi kadraja sığmıyor. Öte yandan, 150 metreden yüksek bina sayısı olarak baktığınızda burası dünyanın birincisi değil, 226 bina ile Hong Kong'un 55 bina gerisinde. Hong Kong'dakinin aksine, 10-15 kattan yüksek binaların çoğunluğu estetik yoksunu, kutu kutu binalar. Daha alçak olan binaların çoğu da eski, içi nasıldır bilemeyiz ama dıştan özenle süslenmiş gibiler. Süsler eski püskü olmuş o kadar zaman içinde.

Times Square, koyunların az olduğu bir yerde bir keçi olarak "meydan" sıfatını almış. İki cadde arası tuhaf bir yer. Union Square, diğer taraftan tam bir meydan, mesela. ABD insanının tam bir mozayik olması nedeniyle kim nereden Times Square'e gelmiş anlaşılmıyor. Ancak, içimden bir ses kalabalığın çoğunun ABD taşrasından "şehir" görmeye geldiğini söylüyor. Yaw biz böyle davranmıyoruz İstanbul'a yolumuz düştüğünde. Telefon alan kodu da aynı ya, her noktada İstanbul ile karşılaştırıyorum.

Buranın taşı toprağı altın. Emlak fiyatlarının yüksek olması bir yana, Times Square'de kırmızı peluş kıyafetle gezinmekten başka bir iş yapmadan ekmek parası kazanılabiliyor. Öte yandan Almanya'nın acı vatanlığı kalmamış, buranın yanında baba evi kalır. Bedensel sıkıntıları olduğu halde bedensel çalışma gereken işleri yapan insanları görebiliyorsunuz. Öte yandan, gelirin üst limiti yok. Öyle işte.

Bu kadar kişi aynı yerde bu kadar uzun süredir yaşadığında eşyanın tabiatı gereği olacağı kadar kirli bir yer New York. Kibar ve anlayışlı bir şekilde yazdım hijyen seviyesini, anladınız. Turist işi düşük fiyatlı yemeklerin hijyen seviyesi ise apayrı bir konu, şu şehirde beslendim ya, artık Hong Kong'a bir daha gidersem sokakta kızartılan sakatattan yiyebileceğimi düşünüyorum. Metro ızgaralarından yükselen sıcak ve kokulu hava ve filmlerden gördüğümüz kanalizasyondan çıkan buhar, gerçek şeyler. Ninja Kaplumbağalar yalan. Gerçek de olabilirler mi diye arada düşündürüyor bir yandan da.

Metro da pek temiz değil, hatta bazen korkutucu. Times Square ve Penn Station haricinde yürüyen merdiven görmedik. Times Square'dekinde de "bu yürüyen merdiven size xxx yyy şirketi tarafından sağlanmıştır" gibi bir sponsor ilanı vardı. Washington'un metrosundaki 'disabled' kişiler için konan ve genelde 150+ kiloluk kişilerin kullandığı kapılardan da burada yok, bavulla metroya girebilmek için şekilden şekile girdik. Böyle bir yapay seleksiyon sayesinde ultra-obez sayısı görece az. New York belediyesi de yemeklerin kalorisinin menülerde yazılmasını zorunlu tutmuş, herhal metroya ek yapmamak için, çünkü büyük kütleli insan için tek zor nokta metroya giriş değil. Bekleme platformları bazı yerlerde iki insan eninde, abartmıyorum, yarısı da sarı çizgili alana tekabül ediyor. Tüm bunlara rağmen buranın metrosu süper, şehrin içindeki -uzak ara- en hızlı ulaşım aracı. Yüzeyde trafık İstanbul'u hatırlatıyor. Işık ihlali münferit bir olay değil ve yayalara has bir davranış da değil, aman dikkat. Buna rağmen bisiklet kiralama imkan dahilinde. O bisikletlerle nerede gezilebiliyor, çözemedim ama.

Hiç yorum yok: