
Bugün uzun bir kahvaltıdan sonra müze müze gezmek için yola çıktım. Öncelikle, metroyla uygun durağa kadar gittim. Daha önce gittiğim yerlerle karşılaştırıldığında, İsveç
metrosu biraz tuhaf. Aynı doğrultuda giden ve gelen trenler ortak platform kullanmıyor, birisi üst kattan diğeri alt kattan gidiyor. Metronun çıkışları arasında iki blok mesafe olması burada normal, çıkışları bilmeyen ben için biraz spor demek bu. Benim bu sporum bir yanlış yolla beraber yarım saatimi aldı.
Yolda gördüğüm dikkate değer şeylerden birisi, İsveç insanının çok uzun yaşaması nedeniyle yaşlı İsveçlilerin çokluğuydu. Bunun iyiliği ya da kötülüğü tartışılabilir, "Batı toplumu kendine bakıyor, doksanına kadar yaşıyor" diyebilirsiniz. Ancak, benim gördüğüm kadarıyla belli bir yaştan sonra çoğu dört tekerlekli ve sepetli baston-araba kullanıyor ve -herkes gibi- yalnız geziyorlar. Ancak, bizim ülkemizde "sosyal millet" varlığından mütevellit yalnız gezen yaşlı olmadığından dolayı tuhaf geliyor bu. Kendilerini ancak sürükleyebilen, yalnız ve hayatını sürdürmek için yapacak çok şeyi olan bir sürü insan. Kısacası, dinç olmayan yaşlı çokluğu ve bunların yalnızlığı kötü bir durum.
Vasa müzesi, denize indirilir indirilmez batan 17. yy gemisi Vasa odaklı. Gemi 1960'larda çıkarılmış, bir müzenin içine konmuş. Geminin yanı sıra geminin yapımıyla ilgili bilgiler yer alıyor. Gezmesi uzun sürmeyen, dar konulu bir müze. Giderseniz Stockholm'e gezin, içinizde kalmasın.
Daha sonra, aynı adadaki diğer iki müzeyi gezdim, Nordiska ve Biologiska. Nordiska, İrem'in anlattığından da bayık bir yerdi. Kuzey kültürü müzesi olarak tanımlamış kendini, ancak sergilenen çoğu şey bizim "Batı Kültürü" olarak bildiğimiz şeyin içinde. Kuzey kültürü müzesinde iki adet de poşu gördüm, nasıl geldiyse. Çok orijinal birşey yoktu, fotoğraf çekmek de yasaktı nedense. Sadece girişteki tuhaf görünümlü bir heykel çekilebiliyor, yasak bana bir tabelayla değil de "yassah hemşerim" biçiminde tebliğ edildiği için gıcık oldum çekmedim.
Skanska'nın hemen yanındaki diğer müzede de bir sürü hayvanlı diorama var. Çocuk götürmek için güzel bir yer.
Sanırsam yanlış yerleri gezdim. Sourtimes'a da baktım çıkarken, ancak yakın ve gezilebilir bir tek bunları bulabildim. Doğa tarihi müzesi ya da çocuk müzesi (a.k.a. Pippi müzesi) de gezilebilirdi bir şekil, bunlar yerine.
Sonrasında da ev arkadaşımla buluşup onun arkadaşı Gökçe'nin evine gittik. Üç Türk, bir İrlandalı, bir Hintli, bir Arap, bir Norveçli ve bir miktar İsveçliyle beraber yarı finali izledik. Gökçe'nin erkek olması nedeniyle evde projeksiyon tv ve xbox vardı, devre arası yapılan dörtlü PES maçında Portekiz 1-0 yense de gerçek maçta Fransa'nın finale çıkışını üzülerek izledik. Hintli arkadaş ofsaytı öğrendi. Duraklayan anlarda yabancı arkadaşlara Türk usulü hareket çekme dersi verildi.
Resim: AGA dükkanından bir görüntü. Drotningsgatan'ın yan sokaklarından birinde burası. İsveç'de yapılmasa da mucidi Nobel ödüllü Gustav Dalen İsveçli. Orta-üst sınıf İngilizlere hitap ediyor. Tarihi göründüğü kadar da teknolojik ve fonksiyonel.
Acar kuzine AGA ve soğuk görünümlü IKEA yemek takımları haricinde İsveç'in dünya mutfağına bir faydası olmamış. Germen uluslarınınki gibi "bäckerei" kültürü yok. Ekmek işi bizdekinden de kalitesiz, Finlandiya'dakilerle kıyas bile olmaz. Sadece kabartma tozuyla ekmek yapıyorlar. Kan sucuğu ve salmiakki, burada farklı olarak göze çarpan ve tüyleri diken diken eden şeyler. Benim görmediğim ama wikipedia'dan gördüğüm kostiğe yatırılmış sudak ve özellikle bombe yapacak kadar bozulmaya bırakılan ringa balığı konservesi de var. Ekmeksiz köfteden Oulu'da yemiştik zaten, bize uygun birşey değil. Bu nedenle de her taraf pizzacı, kebapçı, çin yemekçi ve -Avrupa'nın yeni trendi- Mongolian Barbecue. İrem, İsveç restoranı da olduğunu ama fiyatların ucuz olmadığını söylemişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder